Türkiye'nin en iyi haber sitesi

FUNDA KARAYEL

Paris’in yeni sembolü Cem Sağbil’in iki eseri

Paris 10. Bölge Belediyesi, çağdaş Türk heykeltıraşı Cem Sağbil'in 'Ay Tutan Adam' ve 'Hemera' adlı iki heykelini Alban Satragne Parkı'nın girişine kalıcı olarak yerleştirdi. Düşünsenize... Bir Türk sanatçının eseri, Paris'in kamusal alanında artık şehrin hafızasının bir parçası. Öyle geçici bir sergi değil, kalıcı. Yani Paris'in nefes alan, yaşayan kültür dokusuna karışmış durumda. 2009'da Fransa'da Türkiye Mevsimi kapsamında sergilenen bu iki eser, üç yıllık geçici sergilemenin ardından Paris Belediyesi tarafından satın alındı ve bugün yeni düzenlemeyle yeniden halkın karşısında.
Sağbil'in cümlesi ise her şeyi özetliyor: "Paris gibi sanatla bütünleşmiş bir şehirde eserlerimin kalıcı olması benim için tarifsiz bir onur." Sağbil'e eserin hikayesini sordum, şöyle anlattı:

"Hemera ve Ay Tutan Adam benim uzun yıllardır peşinde hatta içinde olduğum o karşıtlık halinin heykelleri... Hemera'nın güneşiyle Ay Tutan'ın ayı, doğu ile batının, kadınla erkeğin, ışıkla karanlığın birbirini tamamlayan ritmini, insanın içindeki kaosun ve düzenin nasıl yan yana durduğunu anlatıyorlar... Bu heykeller Paris'e ilk geldiğinde de aynı hissi taşımıştım: Sanki kendi yolculuklarını yaşayan iki varlık gibiydiler; kayboldular, bulundular, yeniden ayağa kalktılar. Ve şimdi Paris gibi çok kültürlü, sanatla nefes alan bir kentte kalıcı olarak yerlerini bulmaları beni çok mutlu etti."

SIRA BİZİM BELEDİYELERDE!
Ama şimdi gelelim işin biraz iç burkan, biraz da "hadi artık" dedirten tarafına... Bizim belediyelere, kültür yöneticilerine küçük değil, kocaman bir çağrıdır: Paris bu eserleri görüp değerini anlayıp satın alıp şehrinin en görünür yerlerine koyuyorsa... Biz neden kendi sanatçılarımızın kıymetini bu kadar geç fark ediyoruz?
Neden bir Cem Sağbil'i, bir heykeltıraşı, bir ressamı, bir fotoğrafçıyı, bir genç yeteneği şehrimizin kalbine yerleştirmekte bu kadar geç kalıyoruz? Sanatçılarımıza sahip çıkmak sadece "destek oluyoruz" demekle olmuyor. Eser satın almakla, kamusal alanlara yerleştirmekle, şehirle insanı sanat üzerinden buluşturmakla oluyor. Metrolara, meydanlara, parklara, sahile, kent akışının tam göbeğine...
Bir şehrin ruhu böyle inşa edilir. Paris bunu yapmış. Ve biz de bunu yapabiliriz. O yüzden buradan sesleniyorum; Belediyeler, kültür daireleri, şehir yöneticileri... İstanbul Büyükşehir belediyesinden özellikle beklenti büyük, umarım bu olayı örnek alır ve bir adım atar. Sanatçılarımıza alan açın. Eserlerini alın. Şehirlerimizi güzelleştirin. Bizim de gurur duyacak hikayelerimiz olsun. Bugün Paris'te iki heykelin yanında aslında Türkiye'nin adı, emeği, kültürü, yaratıcı ruhu duruyor. Darısı bizim meydanlarımıza, parklarımıza, sokaklarımıza...


BİRLİKTE İYİLEŞMEK İÇİN BULUŞANLAR
Geçtiğimiz günlerde Birlikte İyileşelim etkinliğinde sahnenin önünde ve arkasında öyle güçlü bir enerji vardı ki... Doktorlar, psikologlar, girişimciler ve ilham veren yaşam öyküleri aynı çatı altında birleşti. Ama sadece bilgiyi değil; iyileşmenin insani tarafını, kırılganlığı, moralin gücünü, paylaşmanın şifasını da aynı sahnede gördük. Etkinliğin mimarı Klinik Psikolog Melikşah Çakın ve ekibi, Türkiye'de çok az konuşulan bir konunun altını çizdi:
İyi oluş yalnızca tıbbi bir mesele değil; ruh, zihin, dayanıklılık ve moral meselesidir.

Hele ki konu kanser hastaları olunca... Bugün sağlık dünyasında çok kritik bir eksiklik var:
Hastaya birkaç seans destek veriliyor, "program tamamlandı" deniyor, sonra herkes çekiliyor. Ama kimse kanser hastalarının psikolojisinin aylarca, hatta yıllarca devam eden bir süreç olduğunu konuşmuyor. Korku bitmiyor, travma bitmiyor, tetiklenme bitmiyor, yaşam yeniden kurulmak zorunda kalıyor.

İşte 'Birlikte İyileşelim' tam da bu eksikliğin üzerine eğiliyor: Sonsuz terapi gibi, sürdürülebilir moral, sürdürülebilir dayanıklılık... Ve sahnede beni en çok etkileyen hikâyelerden biri Neslihan Canpolat'ınkiydi. Bir insanın hem kendi kanseriyle savaşması hem de iyileştikten sonra binlerce insana destek olmak için yeniden sahneye çıkması... Bu sadece bir başarı hikayesi değil, bu insanın başka bir insana şifa olma cesareti.
Kendi karanlığından çıkan biri, başkasının elinden tutuyor. Ve o sahnede gördüğüm şey şuydu: Moral, bir hastalığın en güçlü ilacı. Umut, bir tedavinin ortağı. İnsan sesi, insan teması, insan dayanışması... İşte bunlar iyileşmenin görünmez ama gerçek ilaçları. Melikşah Çakın'ın sözleri aslında bütün günün ruhunu özetliyordu: "İyi oluş yalnızca sağlıklı olmak değil, zor zamanlarda birlikte ayakta kalabilmektir."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.