Günümüzde şehirlerin karmaşasında yaşayan birçok birey, kariyerlerini sürdürmek adına iş dünyasının hızla değişen dinamikleriyle birlikte ortaya çıkan yeni bir tehditle karşı karşıya!
İstanbul'a döndüğümden beri sıkça bir sendromdan bahsediyor herkes, boredom boreout syndrome, (can sıkıntısı sendromu) Modern iş dünyasının göz ardı edilen tehdidi bu sendrommuş bugünlerde. Monoton iş rutinleri, düşük fiziksel aktivite, yetersiz aydınlatma ve uzun süreli oturmanın birleşimi sonucu ortaya çıkan bir dizi olumsuz etkiyi içeriyormuş.
Enerji düşüklüğü, konsantrasyon eksikliği, yorgunluk ve hatta depresyon gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Neden bu kadar yaygın diye araştırdığımda, Sedanter Yaşam Tarzı diye bir şeyle tanıştım.
Ofis işleri genellikle uzun süreli oturmaya neden olduğu için fiziksel aktivitenin azalması kaçınılmazdır. Bu durum, enerji seviyelerinin düşmesine ve sendromun ortaya çıkmasına katkıda bulunuyormuş. Diğer yandan can sıkıntısı sendromu, esas olarak iş yerinde yeterli niceliksel veya niteliksel iş yükünün bulunmamasından kaynaklanan zihinsel yetersiz yükün neden olduğu, fiziksel hastalığa neden olan psikolojik bir hastalık.
AYNI ŞEYİ YAŞIYORUZ
Sıkılmanın bir nedeni, başlangıçtaki iş tanımının asıl işle eşleşmemesi olabilir diyor uzmanlar. Psikolojik düzeyde can sıkıntısı, tatminsizlik ve kalıcı hayal kırıklığı, kurbanını yavaş yavaş bir kısır döngüye sürüklüyor. Profesyonel düzeyde ve kişisel düzeyde hareket etme isteklerini yavaş yavaş kaybediyorlar. Özgüven kaybına, sürekli keşfedilme kaygısı da ekleniyor. Hal böyle olunca sıkıntı mağduru, amirinin, meslektaşlarının veya arkadaşlarının onun hareketsizliğini ve ikiyüzlülüğünü keşfedeceği korkusuyla yaşar.
Tatmin edici olmayan durumla yüzleşmek ve bu duruma katlanmak, insanda daha fazla strese yol açar. Mesleki yaşamının boşluğu ve toplumdaki görünürdeki işe yaramazlığıyla sürekli karşı karşıya kalan çalışan, ciddi bir stres yaşayabilir.
İstanbul'un büyüklüğü, hızlı, tempolu yaşam tarzı ve metropol atmosferi, birçok insanı can sıkıntısı sendromuyla baş başa bırakıyor. Günlük hayatın karmaşası, trafik sıkışıklığı ve sürekli koşturmaca, bireylerde monotonluk hissi, motivasyon kaybı ve genel bir can sıkıntısı sebebi. Şehir hayatının getirdiği stres faktörleri, insanların ruhsal sağlığını olumsuz etkileyebilirken, can sıkıntısı sendromu da bu şehirde sıkça karşılaşılan bir durum haline geldi. Okurken yaşam tarzımız, meğer sendrommuş diyebilirsiniz, sanırım hepimiz aynı şeyi yaşıyormuşuz. Yeni sendromumuz hayırlı olsun.
KALP, TARİHTE KALP DEĞİLMİŞ
Eskiden kalp işareti diye her yere çizdiğimiz emoji aslında kalp değilmiş. Neymiş peki? Boşuna mı defterlerimize, mesajlara, duvarlara çizdik o kadar kalbi? İşte, Aydın'ın Söke İlçesi'ne bağlı Latmos'un derinliklerinden çıkan 8 bin yıllık kaya resimleri, bize kalbin asıl hikayesini anlatıyor! Doğa fotoğrafçısı Yücel Sevingül'ün bölgede yaptığı araştırmalar, kalbin sadece emoji dünyasına özgü bir şey olmadığını ortaya çıkardı.
8 bin yıl öncesine gidiyoruz, Beşparmak Dağları'nda kök boyalarla karıştırılarak yapılan kaya resimlerinde aşkın sembolü, günümüzdeki kalp işaretinden oldukça farklıymış. Alman arkeolog Dr. Anneliese Peschlow'un 1994 yılında keşfettiği Latmos'un taş duvarları, romantizmin tarih öncesi versiyonunu içeriyor. Aşk, o dönemde sadece bir kalp işaretiyle değil, yan yana çizilmiş kadın ve erkek figürleriyle ifade ediliyormuş.
Demek ki, kalp atışlarını belirten tek sembol, o küçük kırmızı emoji değilmiş! Kaya resimlerinin bulunduğu Karahayıt Köyü Kavaklıdere bölgesindeki son çalışmalarda, 8 bin yıl önce çizilen aşk resimlerinin taptaze olduğu belirlendi.
Evet, yanlış duymadınız. 8 bin yıldır bu resimler duruyor ve romantizmin izleriyle dolu! O dönemin sanatçıları, kömür karıştırdıkları kök boyalarıyla zamanın ötesine geçmişler. Dijital çağın hızına rağmen, bu kaya resimleri hala bize aşkın ve duyguların zamanı aşan bir dil olduğunu hatırlatıyor. Kısacası, kalplerimiz eskiden de çarpıyormuş ve bu 8 bin yıllık taş duvarlar bunu bize fısıldıyor.