Zor zamanlarda yaşanan olaylar insanların belleklerinde derin bir iz bırakır ve unutulmaz hale gelir, tıpkı içinde bulunduğumuz durum gibi... Depremden önce ve depremden sonra hayatlarımızda unutamayacağımız birçok ana tanıklık ettik. Örneğin; İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) Ödülleri bu yılki sahiplerini bulurken, ödül töreninde Türkiye'de yaşanan depremde hayatını kaybedenler anıldı.
Bitmedi; Cate Blanchett, Colin Farrell, Jamie Lee Curtis ve Angela Bassett gibi isimler BAFTA Ödül Töreni'ne Türkiye'deki depremzedelerle dayanışmayı temsil eden mavi kurdele ile katıldı. Bir de bu yıl 73'üncüsü düzenlenen Berlin Film Festivali'ne bakın ne yaptı? Festivalde Türkiye ve Suriye'de yaşanan depremlerden söz dahi edilmedi. Yıllarca Türk filmlerinin yarıştığı festival, kıtalararası ülkeler bizi anarken sadece bir tweet'le depremi anma gerekliliği hissetmiş olmalı, belki de tepkilere dayanamadı.
Festivalin neden depremi anmadığına dair birçok spekülasyon ve tartışma yaşandı. Festival organizatörleri tarafından herhangi bir resmi açıklama yapılmadı, ancak bazı tahminler vardı. Bunlardan biri, festivalin politik bir duruş sergilemekten kaçınmak istemesiydi. Berlin Film Festivali, uzun yıllardır birçok politik meselede aktif bir şekilde yer almıştı ve bazı eleştirmenlere göre bu, festivalin bağımsızlığına zarar vermişti.
Bu nedenle, 'Festival yönetimi deprem konusunda sessiz kalarak, politik bir duruş almaktan kaçınmış olabilir' dendi. Halbuki bu durumun herhangi bir politik duruşla anılması kadar çirkin bir şey olamaz. Berlin Film Festivali'nin depreme sessiz kalması tüm dünya manşetlerinde yer alırken bazı kesimler de 'Deprem bilinmiyor' dedi. Ancak, festival yönetimi tarafından herhangi bir açıklama yapılmaması nedeniyle tam olarak neyin yaşandığına dair kesin bir bilgi henüz yok. Sadece şu var artık Berlin Film Festivali'nin bu yaptığını unutmayalım, unutturmayalım. Unutmadan festivalin açılış seremonisi Ukrayna ile başladı, Ukrayna ile bitti ve İran'a değinildi... Demek ki isterlerse duyarlı olabiliyorlar.
VASİYETİNİZİ YAZDINIZ MI?
Hiçbir yere sığamayan bir ruh hali içindeyiz, haberlerden kaçabiliyoruz belki ama duygularımızdan, korkudan kaçamıyoruz. Uykusuz günler, başucunda su, düdük, biraz kuru gıda ile uyuma çaresizliği, evde eşyaları sabitleme, üst raflardaki ağır eşyaları alt bölüme koyma... Bir de üzerine ev dayanıklılık testleri, olur da oturamaz raporu alınırsa, yapılacaklar listesi... Bitmedi toplanma alanının belirlenmesi ve de vasiyet... İstanbul'da durum böyle. "Vasiyetini yazdın mı?" diye soruyor bir arkadaşım normal bir şey gibi... Afet hazırlığı kitapçığında genel hazırlık bölümünde son maddeymiş. Hatta vasiyet yazmak, deprem önlemleri arasında en önemli şeymiş.
Ne günlerden geçiyoruz... İstanbul depremi ile ilgili olarak uzmanlar, depremin olası bir büyüklüğü ve hasar potansiyeli hakkında çeşitli tahminlerde bulunuyorlar. Bazı uzmanlar, İstanbul'da bir depremin büyüklüğünün 7 veya daha fazla olabileceğini söylüyor. Bazıları ise "Sakin olun, 6 şiddetini geçmez" diyor. Deprem konusunda farklı düşünceler öne süren uzmanlar arasındaki görüş ayrılıkları bizi her geçen gün başka kaygı ve depresyona sürüklüyor
Prof. Dr. Naci Görür, "İstanbul'da zaman daralıyor" diyerek bir deprem olacağı yönünde uyarıda bulunurken, Prof. Dr. Celal Şengör de "İstanbul depremi kapıda" diyerek benzer bir uyarıda bulunuyor. Diğer yandan Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, fayın rahatladığı ve İstanbul depreminin olmayacağı yönünde farklı görüş belirtiyor. Baretli hoca Prof Dr. Ahmet Ercan ise herhangi bir yoğunluğun olmadığını düşünüyor. Şimdi biz kime inanalım? Ben her zaman iyi söyleyenden yanayım; Ahmet ve Şener Hoca'yı tutuyorum ama tabii uykusuz, başucumda düdük ve su ile...