Kim bilir aynı konu üzerine bu kaçıncı yazım? Bir ülkede iki yıl içinde toplu ulaşımda bu kadar çok aracın trafikteyken yandığı görülmemiştir. Özellikle de İstanbul'a hizmet veren belediye otobüsü, halk otobüsü ve metrobüsler adeta çıra gibi. Son olarak Kağıthane Tüneli'nde çarşamba günü yanan belediye otobüsünde kimsenin burnunun kanamaması tek kelime ile Allah'ın bir lütfuydu.
İstanbul'da her hafta en az bir-iki toplu ulaşım aracı ya yanıyor ya da büyük kazalara karışıyor. Çok merak ediyorum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi "Neden bizim bu otobüsler, metrobüsler durup dururken tutuşuyor, niye bu kadar çok kaza yapıp arızalanıyor?" diye bir komisyon kurup inceleme başlatmaz? -Allah korusunyangın yüzünden otomatik kapıları bloke olduğu için tahliye edilemeyen bir otobüsün içinde 50-60 kişinin diri diri yanmasını mı bekliyorlar?
"Konser belediyeciliği" giderek "Kanser belediyeciliğine" dönüşüyor, benden söylemesi...
Son hava durumumuz (!)
Değerli okurum Cihan Ramoğlu yine buram buram hiciv kokan bir hava durumu bülteni (!) göndermiş:
"Balkanlar ve Yunanistan üzerinden gelip İstanbul'u vuran CHP kasırgası, milyarca liralık maddi ve manevi zarara sebep oldu. CHP kasırgası otobüsleri, asansörleri merdivenleri çalışmaz hale getirdi, dikey bahçeleri ve ağaçları yerinden söktü. İstanbul'un her yanında yanan otobüsler, metrolarda panikle koşturan insanlar görmek mümkün! Belediye başkanı ise Hatay'da (!) düzenlediği basın toplantısında kasırgaya önlem olarak süresiz tatil ilan edildiğini, düzenlenecek Gülşen, Hadise ve Ebru Gündeş konserleriyle halkın moralinin yerine getirileceğini bildirdi. Kasırganın kayyım atanmasına kadar etkisini göstermesi bekleniyor. Geçmiş olsun Türkiye'm!"
Tekir ne anlatmak istedi?
Sosyal medyada rastladığım videoyu defalarca izledim. Dünyanın bugünkü hali, 2 dakikaya sığmış gibi geldi bana.
Tekir sokak kedisi parktaki "Çocuğunu Kucaklamaya Hazırlanan Adam" heykelini görünce hemen baba figürünün kucağına atlıyor. Sonra da başını boynuna sürterek ondan da kendisini sevmesini istiyor.
Tekir ne düşündü bilemem. Babasına sarılmaya hazırlanan çocuğu mu kıskandı? Yoksa en zararsız insanın "heykel" olduğuna mı kanaat getirmişti?..
Kim bilir belki de Gazze'de katledilen, dere boylarında gömülen, mezarlıklarda tecavüze uğrayıp öldürülen, üstlerine kilitlenmiş kapıların ardında diri diri yanan çocuklar için tüm insanlığa "Heykel gibi durmayın artık" demek istemişti...
Ofsaytın cılkını çıkarmak
Teknoloji futbola burnunu soktukça bu spordan soğuyorum. Özellikle yarı otomatik ofsayt teknolojisi giderek komik bir hale bürünüyor. İşte size Dortmund - Sturm Graz maçından bir enstantane. Beyaz formalı futbolcunun poposu bir santimle ofsayt çizgisini ihlal ediyor. Yakında "bacağındaki kıl, çizgiyi geçtiği için" iptal edilen gol görürseniz şaşırmayın.
Oysa benim çok daha adil bir çözümüm var: Defans ve hücum oyuncusunun vücutları ya da uzuvları tamamen birbirlerinden bağımsız olmadıkça ofsayt kararı verilmemeli. Böylece gol sayısı artar ve seyir zevki yükselir.
Bir de şu VAR monitörüne hakem çağırma meselesi var ki, sonu başından belli. Ben bugüne kadar tavsiye (!) alan hakemin, VAR'dakilerin aksine bir karar verdiğini görmedim. Yani çağrıldı mı, tamamdır.
Sizi bilmem ama ben teknolojinin, futbolun ruhunu yok ettiğini düşünüyorum.
Gaf kürsüsü
Atv'nin Milyoner yarışmasında yazılımcı kardeşimiz Orkun, üçüncü şahısları ifade eden zamire "O" yerine "U" deyip üçüncü soruda elenmesin mi?
Zap'tiye
Arısız baldan sonra sütsüz peynir de ürettik. Bu yıl Nobel ödülleri topluca bizim merdiven altı üreticilerine gider herhalde...
Ne demiş?
"Keşke sanatçı olsaymışım, keşke sesim güzel olsa da Ebru Gündeş gibi Hadise gibi, ya da bacaklarım güzel olsaydı, göğüslerim güzel olsaydı mesela, çıksaydım milyonların karşısına, ama para almazdım ki ben..." (Halk TV'de İsmail Küçükkaya'nın sözleri)