İnsan ne kadar özgüvenli olursa olsun, ilk çocuğu dünyaya geldiğinde şaşırıyor, bocalıyor, endişeleniyor. Çünkü babalık, yaşamadan öğrenilemeyen bir olgu. Okulu yok, diploması yok, uzmanlığı yok. Bilfiil tecrübe kazanılarak, adım adım, gün be gün ediniliyor.
Ben bu sınava, görece geç bir yaşta tâbi tutuldum. Bir çocuğun hem fiziken, hem ruhen hayata kazandırılması sorumluluğunu annesiyle birlikte bütün ağırlığıyla bir anda sırtımızda bulduk.
HAYATI ÖĞRETMEK
Benim en zorlandığım konu, "hayatı" çocuğuma öğretmekti. Kendimin bile tam olarak kavrayamadığı bir şeyi ona nasıl öğretecektim? Onu hayat yolunda görünen ve görünmeyen tehlikelerden nasıl koruyacaktım?
Sonra kendimce bir formül geliştirdim. Ona önce sevgiyi öğretecektim. Sonra vicdanlı ve hoşgörülü olmayı. Ardından da iyi ile kötüyü ayırt etmeyi ve nihayetinde kendini korumayı.
En büyük gelişmeyi ise "vicdan" konusunda kaydettiğimizi iki gün önce hep birlikte iftar sofrasındayken fark ettim. Nereden aklına geldiyse, bizimki "Bir gün dünyada sadece üçümüz kalsaydık ne olurdu?" diye sordu. Hepimiz ilk aklımıza gelenleri sıraladık. İstediğimiz yere gider, istediğimizi alırdık vs... 7 yaşındaki kızım, ellerini kavuşturup, kaşlarını çatarak bize Ramazan'ın en güzel dersini verdi:
"Dünyada hiç kimse olmasa bile ben başkalarının eşyalarına dokunmazdım. Hem ayıp, hem günah olurdu..."
Annesiyle birbirimize baka kaldık. Gözlerimiz mutluluk ve gururla buğulandı. Çünkü onun 7 yaşındayken kurduğu bu iki cümle, bizim için dünyanın en ünlü üniversitelerinden alınmış tüm diplomalardan daha değerliydi.
RAMAZAN KISSASI
Bu, bizimkinin ilk icraatı da değildi üstelik. Geçenlerde depremzedeler yararına okulunda düzenlenen kermesten kendi parasıyla alışveriş yaparken yanındaki arkadaşı duymasın diye olağanüstü çaba harcayarak annesinin kulağına şöyle fısıldamış: "Anne arkadaşıma ailesi para vermeyi unutmuş. Bana biraz para verir misin? Çaktırmadan onun cebine koyacağım..."
Kalp kırmadan, mahcup etmeden yardım etmek... Bunun için, para sahibi olmadan önce vicdan sahibi olmaya ihtiyaç var. Buyurun size 7 yaşındaki bir çocuktan ikinci Ramazan kıssası...
Dünya eğer kurtulacaksa bu, "vicdanlı" çocukların eliyle olacak...
Kahraman babaya veda
A Haber'de hafta içi her gün Sabah Ajansı'nı sunan değerli dostum ve başarılı sunucu Erkan Tan, geçen hafta uzun süredir Ankara'da tedavi gören babasını kaybetti. Hikmet Tan babamız, gerçek bir kahramandı. 2004 yılında Van Valisi olarak görev yaparken PKK tarafından suikasta uğramış, aracıyla makamına giderken uzaktan kumanda ile patlatılan bomba yüzünden 4 kişi ölmüş, Vali Hikmet Tan ve korumaları yara almadan kurtulmuşlardı.
Şimdi anladınız mı, Erkan Tan'ın her sabah neden PKK ve onun siyasal uzantısı HDP'yi lanetlediğini? İşte bu yüzden Kılıçdaroğlu ve Akşener'in hangi sebeple HDP ile iş tuttuklarını, önce şehit ailelerine izah etmeleri gerek.
Allah tüm şehitlerimize ve memleket sevdalısı, vatan hizmetkarı merhum babalarımıza gani gani rahmet eylesin.
Bu kez kısa kestim
İşte hayatımın en kısa dizi yorumu: Kıvanç Tatlıtuğ sadece yakışıklı değil. Serenay Sarıkaya da yalnızca güzel değil. Aile de sadece Sopranos'un uyarlaması değil.
Gaf'let kürsüsü
Şair Özdemir İnce'nin Tele 1'de imam hatipliler için sarf ettiği sözler büyük tepki aldı: "Üniversiteye girme hakları yoktur. Din adamı olarak 18 yaşına kadar yetiştirilmiş bir adam dünyaya bilim açısından bakamaz."
Zap'tiye
Bu kavram kargaşası her Ramazan yaşanıyor. O halde yeniden hatırlatmakta fayda var: Oruç açılır, iftar yapılır. İftar açılmaz.
Ne demiş?
- Baba, cennet nasıl kokar? - Şimdi git annene sarıl ve doyasıya kokla. Cennet işte aynen öyle kokar. (Kızımla aramızda geçen bir diyalog)