Fahiş ev kiraları ülke gündeminden düşecek gibi değil. Hükümetin bir yıllığına kiralara getirdiği yüzde 25 artış kısıtlaması soruna bir nebze çözüm getireceğe benziyor. Kira konusu ülke gündemindeki ağırlıklı yerini korurken, Twitter'da Dr. Kavrazoğlu adlı kullanıcının 'ders niteliğindeki' paylaşımına rastladım. Şöyle diyordu:
"İzmit'teki 3+1 evimde bir karı koca polis oturuyor. 1300 TL kira ödüyorlardı. Evin reisi utana sıkıla aradı. "Abi 1800 lira olsa olur mu?" dedi. "Hayır olmaz" dedim. "2000 lira olmaz mı?" dedi. "Olmaz" dedim. "Abi ne yapayım?" dedi. "1500 olur mu?" dedim. "Abi bana şaka yapmıyorsun değil mi?" dedi. Sonra eşi, benim eşimi aramış. "Abi bizimle dalga geçmiyor değil mi?" demiş, Eşim, "Sizden kaç lira istedi?" diye sormuş. Bizimki "Çok oldu" demiş, 1400'e düşürmüş. Aynı binada kiralar 3500 TL civarında. Allah'ım bana böyle muhteşem bir hanımefendi ile yaşama şansı vermiş. Eşim hanımefendinin varlığı ile iftihar ediyorum. Elhamdülillah..."
Bu anlamlı mesaj, bazı vicdan yoksunu ev sahiplerinden birini bile insafa getirse kârdır.
Magazin yapmanın nesi kötü?
Magazini aşağılamak, magazin kelimesini hafiflik ve sululuk ile eşdeğer tutmak son günlerde iyice moda oldu. Siyasiler bile birbirlerine laf sokarken "İşi magazinleştirme" demeyi marifet sayıyorlar.
Son olarak cumartesi günü Atv Kahvaltı Haberleri'nde bir izleyici, İbrahim Sadri'ye "Magazin haberleri sunduğun için gün gelince büyük pişmanlık duyacaksın" diye mesaj attı. O gafil seyircinin 'magazin' diye nitelediği ise geçen hafta hayatını kaybeden Yeşilçam emektarı, değerli oyuncu Sönmez Yıkılmaz'la yapılan son röportaj ve İbrahim Sadri tarafından okunan son derece keyifli bir şiirdi.
Oysa magazin; düzeyli, ilkeli ve özenli yapıldığı zaman hayata renk katar. Kasvetle örülü şu dünyaya suni teneffüs yapar. Derdi, tasayı kısa süreliğine unutturur, ilaç olur.
Bir Yeşilçam emektarını anmaktan, bir güzel şiir duymaktan imtina etmek, hayata ciddiyet değil, somurtkanlık katar... İkisi arasındaki farkı bilen ise daha mutlu yaşar. Tıpkı o mesajı görmezden gelmek yerine canlı yayında okumaktan kaçınmayan, üstelik "Her türlü eleştiri başımız üzerine" diyen İbrahim Sadri'nin bilgeliği, hoşgörüsü ve tevekkülü gibi...
'Kurşun içeride günleri' başladı
Dizilerde sezon finali günleri gelip çattı. Köşemizi takip edenler bilir, ben bu dönemi 'Kurşun içeride günleri' olarak nitelerim. Zira sezon finallerinde baş karakterler genellikle vurulur, kaza geçirir ya da başlarına türlü felaket gelir. İzleyici yaz boyunca "Kim kalacak, kim gidecek?" diye papatya falı açıp dururken, yapımcıların pek çoğu da bunu oyunculara karşı koz olarak kullanır. Yeni sözleşme diye tutturan ya da ücretinin arttırılmasını isteyenin içindeki kurşun çıkmaz, ölür. Uzlaşan oyuncu, ameliyatla kurtulur ve seneye de devam eder.
Bu durumun en çarpıcı örneğini ise Baba dizisi oluşturuyor. Sezon finalinde kardeşlerden Yaşar'ı, ameliyat masasında canıyla boğuşurken bıraktık. Büşra'yı ise eski kocası parkın havuzunda boğmaya çalışıyordu. Üstüne üstlük bir de Kadir vurulmasın mı? Bahisler açılmıştır. Sizce kim kalacak, kim gidecek?
Gaf kürsüsü
"Ben nikahımda iyi günde kötü günde diye yemin etmeyeceğim. Beni mutsuz etmek için mi evleniyor? Tabii ki hep iyi gün olacak." (Gelinim Mutfakta programındaki gelin adayının sözleri)
Zap'tiye
Gel de şu Anadolu ozanlarının bilgeliğine şapka çıkartma... Müsilajı bile yıllar öncesinden öngörüp, türküsünü yakmışlar: "Deniz üstü köpürür, hey canım rina rina nay.."
Ne demiş?
"Fatma Hanım çok genç görünüyorsunuz. Özellikle de ruhunuz. Hatta ruhunuz bana ağabey diyebilir." Milyoner'in sunucusu Kenan İmirizalıoğlu'nun yarışmacıyla sohbetinden)