Dünyanın ekonomik sorunlarla boğuştuğu şu günlerde pek çok ülke gibi biz de umutlarımızı turizm gelirlerine bağladık. Ülkemize sıcak para girişinin en önemli kanalı turizm. İşte bu nedenle tüm dünya ile birlikte yabancı turisti memnun etmenin türlü yolunu icat etmek zorundayız.
Gelin görün ki, son zamanlarda hem bizim vatandaşlarımızın hem de yabancı turistlerin en büyük şikayet odağı taksiciler. Her zaman olduğu gibi işini layıkıyla yapan taksici dostlarımızı tenzih ederek söylüyorum: Yabancıları dolandıran, onları yolunacak kaz gibi gören hatta işi paralarını gasp etmeye kadar vardıran sorumsuz şoförler yüzünden Türkiye'nin dünyada adı çıkacak diye korkuyorum. Özellikle İstanbul, yabancı turistlerin gözünde bir taksici terörü kenti olarak adlandırılmak üzere...
Peki Londra denilince akıllara ne gelir? Big Ben, London Eye, Hyde Park ve siyah taksiler... Evet, bazıları Londra'ya sırf o siyah taksilere binmek, onları yakından görebilmek için giderler. Çünkü onları kullanan şoförler şirket CEO'su gibidir. En az iki yabancı dil bilirler. Kıyafetleri düzgündür. Londra'nın bilmedikleri sokağı yoktur. İki yılda bir lisanslarını yeniletmek için yabancı dil ve navigasyon sınavlarına girerler.
Bunları bana düşündüren, geçenlerde haber bültenlerine konu olan bir olaydı. Fransız turist karı koca Şişli'den Taksim'e gitmek için taksiye binmişler. Taksim'e geldiklerinde taksimetre 20 lira yazmış. Turistler 100 lira vermiş, taksici para üstünü vermemiş. Adam taksiden iner inmez bizimki gazlamış. İçeride kalan Fransız kadının itirazlarına, çığlıklarına aldırmadan onu Karaköy'e kadar götürüp, orada darp ederek taksiden atmış... Gasp, adam kaçırma, darp, ne ararsan var...
Bu işin artık iyice suyu çıktı... Sarı eziyete dur diyecek birileri aranıyor... Taksici terörü, özellikle Yunanistan'ın turizmde kara propaganda için pusuda beklediği şu günlerde onların ekmeğine yağ sürüyor. Benden söylemesi...
Kalemler de donar
DG Sivasspor-Fenerbahçe maçını BeIN Sports'tan anlatan spiker kardeşim Özkan Öztürk bir ara şöyle dedi: "Nazım'ın gördüğü sarı kartı notlarımızın arasına ekleyelim... Diyeceğim ama soğuktan kalemim bile donmuş..."
Öztürk'ün bu cümlesi beni yıllar öncesine götürdü. Türk Haberler Ajansı'nda spor muhabiri olarak çalıştığım 80'li yılların ortalarına... O zamanlar lige kış için verilen arada üç büyükler Donanma Kupası maçı oynarlardı. Deniz Kuvvetleri'ne katkı sağlamak adına düzenlenen karşılaşmalar da o dönem soğuğu ile ünlü Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda yapılırdı. O stadın eski halini bilenler hatırlayacaklardır. Yaz-kış İstanbul'un genel sıcaklık ortalamasının 5 derece altındadır. Tribünün bir ucundan giren poyraz, öbür tarafından çıkar, basın tribününü buzhaneye çevirirdi. Bir gün yine o tribünde Fenerbahçe ile Beşiktaş arasındaki Donanma Kupası'nı (Bizim kendi aramızda verdiğimiz isimle Donma Kupası) yazmak için basın tribünündeyim. Daha 15'inci dakikada tükenmez kalemimin mürekkebi dondu. İç cebimdeki yedeğine sarıldım. Ama onun da ömrü 10 dakikayı geçmedi. Maçın notlarını alabilmek için oradan oraya koşturup kalem dilenmeye başladım. Ondan sonraki tüm Donanma Kupası maçlarına kurşun kalemle gittim...
Kışın zor şartlarında mesleklerini icra etmeye çalışan spiker, muhabir, foto muhabiri ve kameraman dostlarıma saygı ve minnetle...
Gaf kürsüsü
ABD Başkanı Joe Biden, basın toplantısında yöneltilen "Orta vadeli yüksek enflasyonda siyasi bir sorumluluk duyuyor musunuz?" sorusunda mikrofonun açık olduğunu fark etmeyip, muhabire "Aptal o..spu çocuğu" diye küfretti.
Zap'tiye
Siyaset yapmak için ellerini ovuşturarak doğal afet bekleyenler kar altında kalıp hiç çıkamasalar keşke...
Ne demiş?
Atv'de Esra Erol, futbol tutkusu yüzünden yuvası dağılan Şaban Bey'e sordu: "Eskiden sana sorsaydım Burcu mu, Fenerbahçe mi diye?" Şaban: "Tabii ki Fenerbahçe derdim. O, bir sabah ölüp gidecek ama Fenerbahçe beni hiç bırakmayacak." Bu muhabbetin ardından Esra Erol'un eşi Ali Özbir'den esprili bir tweet geldi: "Esra sen de kusura bakma ama bence de Fenerbahçe!.."