1969'da henüz küçücük bir çocukken Ay'a atılan ilk adımı evimizdeki siyahbeyaz televizyondan izleyince kararımı vermiştim: Astronot olacaktım. Ben olamadım ama çocuğumun ya da torunlarımın bunu gerçekleştirmesi artık bir hayal değil.
Başkan Erdoğan, Türkiye'nin uzay yarışında "Ben de varım" dediğini duyurdu. Milli uzay ajansımız kuruldu. İlk hedef, 1923'de Ay'a temas etmek, yani oraya bir uzay aracı indirmek. Eminim "İstemezük"çüler şimdi de "Uzayda ne işimiz var?" diye tutturacaklardır. Gelişmiş ülkelerin uzay silahları, uzay orduları hazırladığını, uzay madenlerinin dünya ekonomisine gelecek oluşturduğunu bilmezden, görmezden gelerek...
Düşünün, takvimler 29 Ekim 2023 gününü gösterirken Türk mühendislerinin yaptığı roket Ay'a ulaşmış. Yıllar öncesinden geleceği görüp, "İstikbal göklerdedir" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in 100'üncü yılını kutlamanın bundan daha güzel, daha anlamlı, daha heyecan verici bir yolu olabilir mi?
Cumhuriyet işte böyle kutlanır. Ağdalı, hamasi, içi boş nutuklarla, eski Sovyet modeli stadyum gösterileri ile değil, Atatürk'ün gösterdiği yolda adım atarak...
Uzaya çıkan her ülke, bu görevdeki insanlarına farklı isimler koyuyor. Amerikalılar astronot, Ruslar kozmonot, Çinliler taykonot diyorlar. Bayrağında 'ay' ve 'yıldız' bulunan ülkemin Türkonot'larını büyük bir heyecanla bekliyorum...
Yaşa İbrahim Sadri!
Köşemin sürekli takipçileri biliyorlar. Atv'nin hafta sonu Kahvaltı Haberleri'ni sunan değerli dostum İbrahim Sadri, masasında duran kırık dökük Bandırma Vapuru maketi için çağrıda bulunmuş, Samsunlular'dan yenisini göndermelerini istemişti. Sağ olsunlar; Samsunlular, valisinden esnafına kadar duyarlılık gösterip, stüdyoya adeta yeni maket yağdırdılar. Ben de bunun üzerine bir yazı kaleme alıp, "Bırak o maket dağınık kalsın İbrahim Sadri. Çünkü Atatürk'ün Samsun'a gittiği gerçek Bandırma Vapuru da o maketten farksızdı. Her yeri dökülüyordu, pusulası çalışmıyordu, Karadeniz'in hırçın dalgalarıyla mücadele edecek güç ve donanımdan yoksundu. Bırak o maket öyle kalsın ki, bu Cumhuriyet'in hangi şartlarda kurulduğu unutulmasın" diye naçizane bir yorumda bulunmuştum.
İbrahim Sadri cumartesi sabahı bülteni sunarken bu konuya değindi, benim yazımdan ilgili satırları okuduktan sonra "Ben de Yüksel Bey'e hak verdim. Eski maket, masamızda kalacak, diğerlerini de programımızın müze olarak kullandığımız arşiv odasında saklayacağız" dedi.
'Duyarlılık' bizim meslekte son yıllarda giderek daha az rastlanan bir haslet haline geldi. İbrahim Sadri'nin bunca yıldır hafta sonu kahvaltılarımıza katık olması da şair ruhuna dayanan bu özelliğinden olsa gerek.
Pandeminin değiştirdiği futbol alışkanlıkları
Pandemi, hayatımızdaki her şeyi değiştirdi. Doğal olarak futbol sahalarındaki alışkanlıkları da... Tribünde seyirci yok ama kulüplerin küçük birer tribüne dönüştürdüğü sözde 'localar' var. Maç yayınlarını izleyenler bir tuşa dokunarak karşılaşmayı 'ses efektli' izleyebiliyor. Ama bunun da sakıncaları var. Geçenlerde ilgisiz bir maç oynanırken, Fenerbahçe'ye yapılan küfürlü tezahürat gibi...
Dedim ya, Covid-19; tanıdığımız, bildiğimiz tüm futbol alışkanlıklarımızı ters yüz etti. Örneğin, eskiden teknik direktörler başarılı futbolcularını tribünlere alkışlatmak için son 5 dakikada oyundan çıkartıyorlardı. Tribünde kimse olmadığı için artık son dakikalardaki oyuncu değişiklikleri sadece vakit geçirmek için yapılıyor.
Bir de gol sevinçleri var ki, tamamen şekil değiştirdi. Eskiden gol atan futbolcu, tribünlere koşarak sevincini taraftarla paylaşırdı. Şimdi kale arkasındaki kameraya koşup, oradan sevdiklerine selam ve öpücük gönderiyor.
Gaf kürsüsü
Köşemizin gaf rekortmeni CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu kez de kürsüde partili arkadaşı Levent Gök'ün soyadının son harfini yanlış söylemesin mi?
Zap'tiye
Kulübede Erol Bulut... Fenerbahçeli kardeşim, sen kupaları unut!..
Ne demiş?
"Bence aşk bir kadına ya da bir erkeğe harcanamayacak kadar özel bir duygu." (Atv'nin dizisi Maraşlı'da Celal'in sözü)