Bu kadar 'soluk kesici' olduğunu bilseydim, yanıma oksijen tüpü alıp, ekranın karşısına öyle geçerdim. Yalanım yok, izlerken nefes nefese kaldım.
Bir ara hava almak için kendimi balkona zor attım.
İzleyenler biliyor, ben de bu sütunlarda bahsetmiştim. TRT Belgesel kanalında uzun süredir devam eden bir belgesel var. Adı Hastane İstanbul.
Şehirdeki hastanelerin acil servislerinde yaşananları son derece gerçekçi bir dille ve sağlık personelinin ağzından anlatan bir belgesel.
Perşembe akşamı ekrana gelen son bölümü ise çok özeldi. Çünkü ismi Hastane İstanbul - Covid 19'du. Belgesel ekibi, muhabirlerin bugüne kadar sadece şöyle bir girip çıkabildikleri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin Covid Yoğun Bakım Ünitesi'nde günlerce çekim yapmışlardı.
İzlediklerimi bu sütunlarda birebir anlatmaya ne kalemim ne yüreğim yeter. Entübe edilen, yani soluk borusuna tüp sokularak solunum cihazına bağlanan bir hasta vardı. Öyle büyük bir kabusun içindeydi ve kendisini öylesine boğulur gibi hissediyordu ki, boğazına sokulan tüpü kendi eliyle çıkarıp atmıştı. Doktorlar geldiler, onu ilaçla uyutup, tüpü yeniden taktılar.
Hastaların pek çoğu yatakta yüzüstü yatırılmıştı. Böylelikle akciğerlerin daha çok oksijen alması sağlanıyormuş. Bilinciniz açık olarak bir yatakta kendinizi boğulur gibi hissetmenize rağmen saatlerce yüzüstü yattığınızı hayal edin... Kurtulan bir hastadan duymuştum. "Suyun altında nefes almaya çalıştığınızı farz edin. İşte onun gibi bir şey" diye tanımlamıştı yoğun bakım anlarını. Belgeselde bir doktor diyordu ki, "Hava açlığı başka bir şeye benzemez. Hastaların gözünde o duyguyu, o korkuyu ve çaresizliği görüp de etkilenmemek imkansız..."
Hele o doktorların, hemşirelerin durumu...
En az dört saat boyunca kat kat tulumların, maskelerin, siperliklerin içinde cansiperane mücadele ettikten sonra üzerindekileri çıkarttı bir hemşire.
İçindeki kıyafeti terden sırılsıklamdı. Saçlarını sıktı, su aktı. Yüzündeki yaraya dönüşen maske izlerini anlatmıyorum bile.
Astronot gibi dolaşan doktorlar ve hemşireler serviste birbirlerini tanıyabilmek için tulumlarının üzerine isimlerini yazmak zorundaydılar. Hepsi birer 'isimsiz' kahramandılar.
İsterdim ki bir ortak yayınla bu belgesel aynı anda tüm televizyon kanallarında birden yayınlansın. Dilerdim ki evde can sıkıntısından yakınan, her fırsatta kendini dışarı atan, maskesiz dolaşmayı cesaret sayanlar da izlesin.
Belgesel değil de sanki "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" sözünün belgesiydi...
'Survivor: Karantina' olur mu?
Survivor yarışmasının gerçekleştirildiği Dominik'ten gelenler de yurt dışından dönen herkes gibi önce 14 gün karantinada tutuluyor. Perşembe günü yurda dönen ekipten 140 kişilik bir grup da hemen karantinaya alındı.
Yarışmanın finaline sayılı gün var. Büyük ihtimalle finalistler ile birlikte Acun Ilıcalı da birkaç hafta sonra aynı uçakla dönüş yapacak ve finalistlerle birlikte karantinaya alınacak. İster misiniz, bu yılın ruhuna uygun bir şekilde Survivor'un finali, lüks otelde değil de Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı bir yurtta yapılsın?
Benimki bir fantezi tabii ki. Ama grubun karantina günlerinden de ekrana çok malzeme çıkacak gibi.
Bu arada Acun'a yürekten bir teşekkür. Yarışma sırasında geride bıraktığı köpeğinin öldüğü, yarışmacı Ersin Korkut'tan gizlenmişti. Acı haberi Türkiye'ye dönüşte akrabası Yılmaz Erdoğan verdi. Acun'un yerinde başkası olsa, bu durumu yarışma içinde kullanır, Ersin'in acısını reytinge tahvil ederdi.
Gaf kürsüsü
Prof. Mehmet Çilingiroğlu'nun Tarafsız Bölge'de ağzından çıkan cümle, sunucu Ahmet Hakan'ı çok zor durumda bıraktı: "Tabii Amerika o konuda çok affedersiniz s.çtı!"
Zap'tiye
Önce imar barışına karşı çıkacaksın, sonra koşa koşa kaçak çiftliğin için başvuru yapacaksın. Portakal'ı soydum, başucuma koydum, ben bir talan uydurdum...
Ne demiş?
Ebru Polat'tan ilginç bir sosyal medya paylaşımı: "5 yıllık ilişkiden ayrılıp, 3 aydır tanıdığın biriyle kır düğünü yapmalık mevsime girdik... Herkes aklını başına alsın. Aman diyeyim dikkat..."