Hep söyleyip duruyorum: Bizler bir ve beraber olduğumuzda neleri atlattık... İnanmayan Çanakkale'nin, Dumlupınar'ın taşlarına, Kıbrıs'ın Beşparmak Dağları'na, Şehitler Köprüsü'nün asfaltına, El Bab'ın, İdlib'in yollarına sorsun. Elbet bugünleri de aşıp, selamete çıkacağız evelallah! Biliyoruz ki muhtaç olduğumuz kudret, asil kanlarımızda mevcuttur. Atatürk bunu gelişigüzel söylemedi. Dönüp, tarihine baktı. Şanlı tarihimize...
Şu zor gibi görünen günlerde neleri başardığımızı, millet olarak hangi dar boğazlardan geçtiğimizi hatırlayıp, güç ve moral depolamak isteyenlere atv'de çarşamba akşamları yayınlanan 'Kuruluş Osman' dizisini adres göstereceğim. Zira ben her izlediğimde, "Atalarım o zor şartlarda millet ve devlet olmayı başardıysa, biz bugünün teknolojik nimetlerinden yararlanıp niye başarmayalım ki?" diyorum.
BİRLİK VE İNANÇ
'Osman Bey'in içerideki ve dışarıdaki düşmanlarıyla mücadele ederken iki büyük dayanağı var. Birincisi; Allah'ın inayeti, ikincisi; birlikten kuvvet doğacağına olan sarsılmaz inancı. Bir yanını Bizans, diğer yanını Moğol zulmü kuşatmışken, en yakın bildikleri bile ihanet için birbirleriyle yarışırken onun en büyük yardımcısı, Allah'a ve aslına olan bu sarsılmaz inancıydı. Bir küçücük göçebe boyundan, tarihin en azametli imparatorluklarından birine, oradan da Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan bu zorlu süreç, görünmez bir düşmana karşı yeni bir savaş için siperlere girdiğimiz bugünlerde hepimize ilham vermeli. Kimi gün kılıçla, kimi gün uzlaşı ve barışla, çoğu zaman da 'vasıflı devlet adamlarının akıllı, dirayetli önderliğiyle' bugünlere geldik. Sadece bu kadarı bile yarınlara umutla bakmamıza yetmez mi?
'Kuruluş Osman'da beni en çok etkileyen ise kadının toplum içindeki yerinin hak ettiği şekilde yüceltilmesi. Obanın kadınları gün geliyor kılıç kuşanıyor, gün geliyor erlerinin arkasında kapı gibi duruyor, gün geliyor tecrübeleri ve bilgelikleriyle evlat yetiştirerek, medeniyetin sağlam temellerini atıyor. Şimdi de öyle değil mi? Diyarbakır'da evlat nöbeti tutan analar, istediklerini 'çatır çatır' almıyorlar mı? Şu karantina günlerinde yemeğinden temizliğine, öğretmenlikten animatörlüğe her yuvayı 'yaşanılır' kılan onlar değil mi? Böylesine kahraman anaların olduğu yurtta, en belalı virüs bile ne kadar barınabilir ki?
Ben bu akşam 21.00'de sağlık çalışanları ile birlikte cefakar kadınlarımızı da alkışlayacağım. Var mısınız?
'Koca' yürekli bakan-2
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın basın toplantısında hadsiz bir muhabire verdiği müşfik yanıttan bu köşede övgüyle söz etmiştim. İkinci vaka da hafta başında yaşandı.
Haber bültenlerinde izlemişsinizdir. İki şehir magandası, korona şüphesi bulunan bir hastayı taşıyan ambulansın önünü kesip kimlik sorgulaması yapmaya kalkmışlar. Sağlık personelinin haklı olarak bilgi vermemesi üzerine de ambulansın camını çerçevesini indirip sağlıkçıları darp etmişler. Ne üzücüdür ki, fedakarca çalışan sağlık personellerine karşı girişilen bu tür şiddet haberlerine artık şaşırmaz olduk. Haberde asıl ilgimi çeken taraf ise Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın sabaha karşı 03.30'da o personeli telefonla arayıp sağlık durumlarını sorması ve geçmiş olsun demesiydi.
Biz uyurken, 'sağlık nöbeti' tutan bir bakanımızın olduğunu bilmek ne güzel...
Gaf'let kürsüsü
Büyükçekmece'de bir villada düzenlenen Korona Partisi'nde 100 kendini bilmez, maske, eldiven ve ameliyat önlüğü takarak müzik eşliğinde adeta kucak kucağa dans etti.
Zap'tiye
Gözümüzün önündeydi ama gözle görülmeyen bir virüs anlattı bize; ne önemsiz problemleri dert ettiğimizi ve her şeyin başının sağlık olduğunu...
Ne demiş?
"Bir futbolcuya ayda 1 milyon Euro, bir araştırmacı doktora ise 1300 Euro maaş veriyorsunuz. Öyleyse koronavirüse ilaç bulması için Ronaldo ya da Messi'ye gidin." (Bir İspanyol doktorun isyanı)