Erol Sayan'ın rast makamındaki ünlü eseridir:
'İstanbul'u artık hiç sevmiyorum
Orda başladı aşkım orda oldu ayrılık
Orda verdik el ele yine orda bıraktık
İstanbul'u artık hiç sevmiyorum
Seni orda tanımış seni orda sevmiştim
Çünkü orda sana ben bin ümitle gelmiştim
Aşka ihaneti ben yine orda görmüştüm
İstanbul'u artık hiç sevmiyorum.'
Geçenlerde Maslak'tan Zincirlikuyu'ya tam 1 saat 15 dakika trafik çilesi çekerek gelirken, bu şarkı dolaşıyordu iki kulağımın arasında.
Sadece trafik değildi beni usandıran tabii ki... Müzik tesisatını ve camları sonuna kadar açıp dinlediği pavyon şarkısını 'zorla' bize dinleten desibel zorbası sürücüler de sıkmıştı canımı. Müşteri kapmak için acımasızca slalom yapan minibüs şoförlerine de, içindeki yolcuları adeta 'mal' gibi taşıyan, gerekli gereksiz frene asılan, şerit değiştiren saygısız halk otobüsü sürücülerine ilişirken de kanadı gözlerim. Kaldırımda yere tüküren adama, sigara izmaritini açık camdan yola savuran kadın sürücüye, yaya kaldırımından karşıya geçmeye çalışan motosikletli kuryeye de kızdım. Ama ne bir polis bulabildim şikayet edecek, ne bir zabıta memuru dert dinleyecek. Zaten Büyükdere Caddesi'nde iki polis memuru olsa, oncacık yol 1 saat 15 dakika sürer miydi? Umudumu kesip 'Bari etrafı seyredeyim' dedim çaresizce. Seyredecek hiçbir şey bulamadım yol boyunca. Her yer inşaattı. Kule üzerine kule dikiyorlardı, şehrin böğrüne hançer saplar gibi.
Sonra insanların yüzüne baktım uzun uzun. Gülümseyen yoktu. Ormandaki ağaçlar kadar yalnızdılar. Gözlerini cep telefonlarına gömmüş, kulaklarını kulaklıkla sarmalamış mutsuz bir yalnızlar ordusu...
Biliyor musunuz, artık eski Yeşilçam filmlerini seyredemiyorum. Çünkü bana mutluluk değil, acı veriyorlar. Eski İstanbul'u gördükçe; neleri yitirdiğimizi, hangi güzellikleri tükettiğimizi görüp karalar bağlıyorum. Ediz Hun ile Filiz Akın, Tarabya'da dolaşırken, karşı sahiller yemyeşil.
Şimdi bakın bakalım, Boğaz'ın her iki yakasında yeşillik görebiliyor musunuz?
Sadri Alışık, Beyoğlu'nda yürürken, yanından 56 model Chevrolet geçiyor. O zamanlar İstiklal Caddesi trafiğe açık. Sadece trafiğe mi? Medeniyete de... Elinde çıngırağıyla bir yoğurtçu dönüyor köşeyi, Hülya Koçyiğit'in yaşadığı mahallede. Omuzlarındaki sopanın iki ucuna astığı kefelerin içindeki yoğurt, iki gün sonra ekşiyor. Şimdilerde ekşimiyor yoğurtlar. İçine sokuşturduğumuz binbir kimyasalla ekşimelerini durdurduk. Artık ekşiyen sadece yüzlerimiz... Ekmekler katkılı, yiyecekler fast food, aşklar günübirlik. İstanbul'a şiir yazmak için üstat Orhan Veli gibi önce gözlerini kapatmalı insan... Benimse gözüm takvimde...
Kuzey Ege'ye kaçmak için gün sayıyorum.
İstanbul'u artık hiç sevmiyorum...