Ferzan Öpetek'in 'İstanbul Kırmızısı' filminde eski ama eskimeyen bir dostun aniden karşıma çıkmasıyla büyük şaşkınlık yaşadım. Tuba Büyüküstün'ün canlandırdığı 'Neval Barlas'ı öyle iyi tanıyordum ki... Gazeteciliğimin ilk yıllarında kader birliği yaptığım arkadaşlarımdan biriydi. Uzun yıllar İtalya'da yaşadığı için İtalyancayı ana dili gibi konuşur, işten arta kalan zamanlarında önemli yayınevlerinin İtalyanca eserlerini Türkçeye çevirirdi.
1980'lerin sonlarıydı. Neval bize İtalya'da yaşayan genç bir yönetmenden söz edip dururdu.
Zaman zaman ondan telefon gelir, Neval hepimizi hayran bırakan akıcı İtalyancasıyla dakikalar boyu o genç yönetmenle konuşur, araya da bolca kahkaha sıkıştırırdı.
Ferzan, takip eden yıllarda büyük üne kavuştu. Ama onun kariyerinde Türkiye ile İtalya arasında köprü kuran bizim Neval'in önemli bir rolü vardı. 'İstanbul Kırmızısı' filmini izledikten sonra anladım ki; Neval de, hayatının filminin baş karakteri olacak kadar Ferzan'ın yaşamında yer etmiş.
Filmden sonra Neval ile konuştum. 'İstanbul Kırmızısı'nın çok büyük oranda Ferzan Özpetek'in gerçek yaşamından kesitler içerdiğini doğruladı. "Sadece aramızda aşk ilişkisi olduğu bölümü doğru değil.
Gerisi tamamen gerçek.
Ferzan benim 42 yıldır en yakın arkadaşım" dedi.
Filmde Ferzan Özpetek'in hayatında önemli yer tutan karakterlerden biri de 'özel' arkadaşı Yusuf... Neval, Mehmet Günsür'ün canlandırdığı 'Yusuf' karakterinin de tamamen gerçek olduğunu söylüyor.
Filme gelince: Hani bazı filmler vardır, izleyenlerin yarısı nefret eder, yarısı çok sever. 'İstanbul Kırmızısı' işte öylesine gri noktası olmayan bir film. Ben hayran olan gruptanım. Kendimi öyle kaptırdım ki, 'All Star' kadro arasında performans analizi yapmak bile aklıma gelmedi.
Yine de Halit Ergenç'in ışıltısı, gözümü almadı değil.
Ferzan Özpetek; kendi yazdığı öyküyü, asetat film yerine ipek kumaşa çekmiş sanki.
Film, senarist ve yönetmeninin o ipeksi dokunuşlarıyla adeta içinize doğru ılık ılık akıyor.
Ama siz içinde 'samanyolu'ndan daha çok yıldız barındıran filmin afişine aldırmayın. Başrol tamamen İstanbul'un. Şehir, öyle fon olarak filan kullanılmamış.
Resmen öyküyü sarıp sarmalayan canlı bir doku gibi işlenmiş. Öyle ki, Galata kıyılarına kazık çakan şahmerdanın darbeleriyle şehrin nabzını bile duyuyorsunuz...
Ferzan, kağıt toplayıcılarının dramı, zorunlu etnik göç gibi konulara da göz kırpmış.
Ama bunların hiçbiri öyküyü gerçekliğe yaklaştırmak adına 'iliştirilmiş' gibi durmuyor.
Eğer 'Şöyle laylaylom iki saat geçireyim' değil de, gerçekten 'Sinema' izleyeyim diyorsanız, tavsiyemdir.