Her gün haber bültenlerini izlerken 'Nasıl bu hale geldik?' diye sormaktan artık bıktım. Şimdi yeni bir soru dönüyor beyin kıvrımlarımda: 'Bu, biz miyiz gerçekten?'
Evet, ekranlardan gelip geçen o vicdan yoksunu insanlarla aynı havayı soluduğuma, aynı kaldırımlara bastığıma, aynı kapı kollarını tuttuğuma inanasım gelmiyor. Gecenin bir yarısı, peşine kameramanları alıp şehit haberi vermek için bir ailenin kapısına dayanan, sonra da görüntüleri sanal âlemde gururla(!) paylaşan kaymakam, benim kaymakamım olabilir mi?
Tarlada yaralanan minik Tuğba'nın ameliyathane kapısında umutla bekleyen babasına "Yok kurtaramayacağız. Zaten ölü o. Buraya ölü geldi, baygın değil, ölü" diyen o kadın doktora ben nasıl canımı emanet edebilirim? Neyi, nasıl, ne zaman söyleyeceğimizi bilemeyecek kadar mı yitirdik şuurumuzu? Yüreklerimiz o derece mi nasırlaştı? Üstelik cahil cühelalar değil bunları yapan; 'okumuş' kaymakam, 'eğitimli' doktor... Tamam, memlekette insan hayatı ucuzlamış olabilir. Kimsenin 'hayata' saygısı kalmamış olabilir; bari 'ölüme' saygınız olsun bre gafiller!
Evet, sağımızda solumuzda bombalar patlıyor. Her gün sokaklarımızdan cenazeler kalkıyor. Trafik canavarı kana doymuyor. Kadına yönelik şiddet zirve yapmış. Göçmen çocukların cesetleri sahillerimize vuruyor. Bunları gördükçe ne yazık ki 'ölüme' alışıyoruz. Ama bu, insanlığımızı unutmaya mazeret değil. Hatta tam tersi, 'hayata' en çok saygı göstereceğimiz gündeyiz. Bu biz değiliz, olamayız.
Oysa hepimiz Ahmet Temel olmalıyız. Kim o Ahmet Temel?
Sağduyunun ete kemiğe bürünmüş hali. Bolu'da çıkartılan bir söylenti üzerine Kürt inşaat işçilerini linç etmek için gelen öfkeli kalabalığı, muazzam konuşmasıyla durdurup evlerine gönderen şehit babası...
İnsanlığımızın bu en büyük sınav gününde 'temel içgüdülere' karşı, işte böyle sağlam Temel'lere ihtiyacımız var...