Ve sonunda bu da oldu... Muhteşem Yüzyıl'ın hadım edilmiş harem ağası Sümbül de sonunda yatağa girdi...
Kumaş satıcısı kadın ne yapıp etti, bizim Sümbül'ün aklını çeldi. Önceleri kadın ona yaklaştıkça, bizimki bir adım geri çekildi, çaresizce yutkunarak "Olmaz bu iş hatun" dedi. Çünkü Osmanlı saraylarının gelenekleri gereği; haremden sorumlu ağaların hepsi, hanedanın namusuna halel gelmemesi için hadım ediliyordu. Yani, Sümbül'e göre, hatunun aşkının bir 'karşılığı' yoktu. Ama gönül ferman dinlemiyordu ki...
Sümbül, sonunda kendini duygularının akışına teslim etti ve kadının yatağına girdi. Ancak hatunun niyeti başkaydı. Hürrem Sultan'ın güvenilir bir ulağa teslim edilmesi için Sümbül'e verdiği çok gizli ve önemli mektubu ele geçirmek için casusluk yapıyordu. Yani aslında 'karşılıksız' olan sadece hatununki değil, Sümbül'ün de aşkıydı...
Bizim harem ağasının aşktan sırılsıklam halini görünce aklıma Muhteşem Yüzyıl'ın mizahi versiyonu Harem dizisi geldi. Orada da kadınsı halleriyle ortalıkta dolaşıp duran bir harem ağası vardı. Onun gay taklidi yaptığını sonradan öğrendik.
Meğer Harem'de göz koyduğu cariyeye yakın olabilmek için kendini 'öyle' gösteriyormuş! İster misiniz, Karaman'ın koyunu gibi Sümbül'ün de sonradan çıksın oyunu... Muhteşem Yüzyıl'ın reyting listesindeki yerini korumak adına daha hangi 'fantezilere' girişeceğini kestirmek mümkün değil. Geçen hafta Şehzade Selim'in 'küvet fantezisi' vardı. Bu hafta Şehzade Mustafa, Hızır Hayrettin Paşa'nın kızı Mihrinisa'yı yarı çıplak halde gördü. (Berrak Tüzünataç'ın son dönemdeki en cüretkar sahnesiydi)
'Son dem'ini yaşayan Muhteşem Yüzyıl'da bakalım daha ne 'sürpriz açılımlar' göreceğiz...
METAL KAŞIK MI DEDİNİZ?
Dizinin en şaşırtıcı bölümü ise Şehzade Selim ile Bayezid'in karşılıklı yemek yedikleri sahneydi. Her ikisi de yemeklerini metal kaşıkla yiyorlardı. Ama tarihi kayıtlara göre metal kaşık ve çatalın saray sofralarına gelmesi 17'nci yüzyılın ortalarına, yani Kanuni döneminden 200 yıl sonraya denk geliyor. Saraya metal çatal ve kaşık ilk kez Tanzimat yenilikleriyle ulaşmıştı. İstanbul'daki İngiliz Elçisi Fawkener, 1740'da devrin sadrazamı tarafından verilen bir ziyafeti, hatıra defterinde şöyle dile getirmişti: "Yerde alçak bir ayak üzerine oturtulmuş geniş gümüş tepsiler üzerinde yemek yeniliyordu. Konuklardan bazıları parmaklarıyla yerken, bazıları kaşık kullanıyordu. Yemekten önce davetlilere ellerini silmeleri için ufak peçeteler dağıtıldı." Selim ile Bayezid'deki şu 'ileri görüşlülüğe' bakar mısınız...