Gezi olaylarıyla gelişen iklimin ülkemizde yeni bir 'ayrışmaya' yol açması en büyük korkum. Empatinin en önemli erdem haline geldiği günleri yaşıyoruz ve bu yüzdendir ki; siyasi görüşü, inancı ne olursa olsun, herkesi dinlemek gerektiğini düşünüyorum. Bu köşede yayınladığım yorumlar, onlara tamamen katıldığım, benimsediğim anlamına gelmiyor.
Amacım; birilerinin, diğerlerinden 'haberdar' olmasını sağlamak.
Bu bağlamda okurumuz Gülsüm Özkılınç'ın mektubunu da paylaşma ihtiyacı hissettim:
ÖNCE OKUMA SAVAŞI
"Yüksel Bey, uzun zamandır yazılarınızı takip ediyorum. Televizyon dünyasıyla ilgili katıldığım, katılmadığım birçok görüşünüz var ama sizi takip etmeye hep devam ettim ve ediyorum çünkü görüşlerinize katılmamam sizi okumama engel değil. Ama maalesef bugünlerde eğer birisiyle ufacık bir fikir ayrılığı yaşıyorsan; 'karşı taraf' oldun demektir.
Ben 31 yaşında başörtülü bir kadınım. Orta sondaydım kapandığımda. İmam Hatip Lisesi'ni bitirdim.
Süper lisede okudum, hâlâ orada öğrendiğim İngilizce'nin ekmeğini yiyorum. İyi ki öğrenmişim çünkü maalesef eğitim hayatım orasıyla sınırlı kaldı.
Üniversite sınavına gireceğim sene ÖSS sistemi değiştirildi ve biz, meslek liseliler olarak akla ziyan bir sınav sistemine tabi tutulduk. Artık üniversiteye giremeyeceğimiz belliydi. Okul değiştirmek istedik ama formlarımıza '2000 yılından önce okul değiştirdiniz mi?' sorusu eklendi. (Araştırın bulacaksınız)
Eğer değiştirdiyseniz, eski okulunuzun puanı yansıtıldı. Yani her yönden üniversiteye girişimiz engellendi. Ben de İngilizceme güvenerek yabancı dil sınavına girdim ve 100 sorudan 92 net çıkardım ve hiçbir yere giremedim. En sonunda iki yıllık eğitim veren Yıldız Teknik Üniversitesi Restorasyon Bölümü'ne girdim.
İşte mücadelem...
Dramatize etmek için söylemiyorum ama yaşam mücadelem daha da çetrefilli bir hal alarak devam etti.
SONRA İŞ YERİ EZİYETİ
Okulu bitirdim ama girdiğim iş yerlerinde hep tekniker maaşına çalıştım. Birçok iş yerine başörtülü olduğum için alınmadım. Bir yabancı şirketin çağrı merkezine İngilizce mülakatı geçtiğim halde alınmadım. Düşünün, çağrı merkezinde kapalı olsam ne olur, kim görür beni ama "Alamayız" dediler.
Görüşmelerden hakaretler yiyerek döndüm. Sonra bir gün İngilizcem sayesinde etüt öğretmenliği işi kaptım. Çok sevdim öğretmenliği...
Bu alanda kendimi geliştirmek için çok uğraştım. Katılmadığım kurs, almadığım sertifika kalmadı.
Celta kursu vardır Cambridge Üniversitesi'nin, o sertifikayı aldım ve A ile geçtim. Alanlar bilirler, A ile geçmek zordur ama ben geçmek zorundaydım. Neyse, senelerce öğretmenlik yaptım ama hep yarı maaşa... Çünkü dediler ki "İki yıllık okul mezunusun, maaşın diğer öğretmenlerle eşit olmaz."
2011 yılında yedi senelik öğretmenlik maratonunun sonunda işi bıraktığımda maaşım 975 lira idi. Şimdi bir yayınevinde çalışıyorum. Nihayet mezuniyetime takılmayan bir iş yerinde.
BİZ CAHİL DEĞİLİZ
Şimdi ünlülerle yapılmış röportajları okuyorum.
Mesela; Ayşe Arman'ın Levent Üzümcü ile yaptığı röportajı.
"Ne anlıyorlar?" demiş, bizim için. "Başbakan jakoben diyor, seçmeni ne anlıyor?" diyor.
Niye bizi bu kadar cahil görüyorlar? Okumamıza izin vermediler ki?
Cahil kaldıysak-ki asla cahil olduğumu kabul etmiyorum- bunun sebebi onlar değil mi?
Bizi okutmayan zihniyet değil mi? Şimdi Kabataş'ta dayak yiyen kadının haberini okuyoruz...
Üzgünüm Yüksel Bey, "Taraf olmayalım" diyorsunuz ama biz o günlere geri dönemeyiz. Kapalı kadınlar evde çocuk baksın, dizilerde hizmetçiyi oynamaya devam etsin istiyorlar. Biz onların göz zevkini bozuyoruz çünkü. Üzgünüm ama ben bu konuda nasıl sağduyulu olabilirim?
Çok uzun oldu biliyorum ama daha inanın yazsam neler yazarım. Okursunuz okumazsınız bilmiyorum ama benim gibi yıllardır okuma ve yaşama özgürlüğü elinden alınmış o kadar insan var ki... Şimdi hangi özgürlük için sokaklar savaş alanına döndü anlamıyorum."