Çarşamba akşamı saatler 21.00'i gösterirken tüm kanallarda aynı THY reklam döndü. Türk Hava Yolları'nın, dünyanın her noktasına uçtuğunu anlatan prestij reklamı ilginçti ve büyük emek harcanarak çekildiği her halinden belli oluyordu.
Hindistan'dan Japonya'ya, İskoçya'dan Tanzanya'ya kadar dünyanın her ülkesinin yöresel enstrümanları ile İstiklal Marşı çalındı.
Bir baktık ki, marşımız çölün ortasında 'Arap'ın yalellisi' tadında, bir baktık İspanya'da 'Napoliten beste' olmuş...
Gelin görün ki, 'gurur duyulması' için hazırlanan bu reklam beni rahatsız etti. Çünkü Milli Marşımız; herkesin, içinden geldiği gibi yorumlayacağı bir 'şarkı' değildi.
HEEEY TAKSİ!
Bu sütunlarda İstiklal Marşı'nın güftesi ile bestesi arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan 'söyleme zorluğuna' değindiğim çok olmuştur ama aklımdan hiçbir zaman bu marşı, popüler kültürün en ticari uzantısı olan televizyon reklamlarına 'cingıl müziği' yapmak geçmemişti!
Bu arada, geçen pazar akşamı Ankara'dan 23.30'da kalkıp İstanbul Atatürk Havaalanı'na inen uçaktaki yolcuların mutsuzluğu ve 'Lütfen THY'nin bu durumunu da yazın Yüksel Bey' şeklindeki serzenişleri hâlâ aklımda. (En büyük şahitlerim, tam yanımda duran Cem Arslan ve Hopdedik Ayhan'dır)
Uçak ne kalkmak bildi, ne inmek... Yolculuğun 40 dakikası havada, 45 dakikası yerde taksi yapmakla geçti.
Bizleri, alanın en uzak noktasına, uçakların bakımlarının yapıldığı hangarların oraya indirdiler. Hatta 'Gazoz Ağacı'nın sunucusu sevgili Cem Arslan, "Bari Sefaköy Sanayi Sitesi'ne indirseydiniz? Ne o? Açılmayan kapıyı mı tamir ettireceksiniz önce?" deyince büyük tezahürat aldı.
Diyeceğim o ki, Patagonya'ya uçmaya kalkmadan önce, İstanbul'dan Ankara'ya uçmaya çalışanları mutlu edin.
Son uçuş deneyimimden sonra THY reklamı için tavsiyem, Mehter Marşı'dır!