Geçen hafta yazmıştım, 'Çıplak Gerçek dizisinde insanı çeken tuhaf bir şey var' diye... Bu hafta da gözümü ekrandan alamadım.
Aslında tüm dizi tek bir mekanda geçiyor. Neredeyse hiç dış çekim yok.
Dizi değil de sanki tiyatro oyunu gibi yazılmış. Dizi, bu haliyle gerçekten de ekranda 'çıplak' duruyor.
Bir polisiye dizide farklı mekan kullanımları ve aksiyon olmadan tempo yapmak çok zordur. Çıplak Gerçek de yapamıyor zaten. Ama nasıl oluyorsa insanı germeyi, 'Şimdi ne olacak?' diye merakla bekletmeyi başarıyor.
Her şey, Kayıp Şahıslar Büro Amirliği'nin içinde olup bitiyor. Hatta komiserin, ruh hastası karısını bile getirip büronun revirine yatırdılar ki her şey o dört duvarın arasında şekillensin...
Mekan değişimi ve aksiyon olmayınca bütün yük, oyuncu performanslarının üzerine yıkılıyor. Ama bu tür karakterlerden iyi oyun alabilmek için 'tiyatro yönetmenliğine' ihtiyaç var. Bakalım Ümit Ünal son bölüme kadar bu ağır görev ve sorumluluğu taşıyabilecek mi?
Önümüzdeki bölümlerde, kızını bulmaya çalışan aile, Komiser Galip'in sorunlu aile yapısından da haberdar olacaktır kuşkusuz.
O zaman komisere duydukları güven de sarsılacak ve ortaya yeni bir gerilim sebebi çıkacak.
Bu arada bürodaki 'Bilgisayar Mühendisi Zihni' karakteri giderek parlıyor. Eminim, İbrahim Selim'in canlandırdığı bu sıra dışı tipe önümüzdeki bölümlerde daha fazla rol yazılacaktır.