Hıncal Ağabey televizyon haberciliğinin acıklı halini dün enfes bir yazıyla gözler önüne serdi. "Televizyon haberciliğini habercilerin elinden alıp televizyonculara vermeli" diyerek de son noktayı koydu. Haklı olduğunu önceki akşam bizzat yaşadıklarımla daha iyi anladım.
Gece geç saatte yolum İstinye'ye düştü. Devlet Hastanesi'ne gelmeden polis otomobillerinin ışıklarını fark ettim. Olağanüstü bir durum olduğu belliydi. Polis tüm caddeyi trafiğe kapatmaya hazırlanıyordu.
BÜYÜK GECİKME
Gazetecilik refleksiyle aracımdan inip soruşturdum. Teröristler, İstinye Polis Karakolu'nu basmış; çatışma çıkmış, biri vurulmuş. Saldırganların giderken bıraktığı poşette bomba olduğu tahmin ediliyormuş.
Ben oradayken Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da geldi. Belli ki durum çok ciddiydi.
Polislerden biriyle konuştum. Vatandaşın tehlikeli bölgeye girişini engelleyebilmek için artık son çareye başvurmuştu: "Ölmek mi istiyorsunuz? Buyurun geçin o zaman kardeşim. İçeride bir kilo C4 var diyorum. Patlarsa, İstinye mistinye kalmaz. Hâlâ geçmeye çalışıyorsunuz ya!"
Gerçekten de millet, karakolun 20 metre karşısındaki kafeteryalara doluşmuş, çekirdek çitleyerek olan biteni film gibi izlemeye koyulmuştu. Yani ne yanından baksanız 'haber'di.
PKK artık dağdaki karakolları bırakmış, megakentin göbeğindeki polis karakolunu hedef almıştı. Patlaması muhtemel bir bomba koskoca semti tehdit ediyor ama kimse aldırmıyordu.
Adeta uçarcasına eve geldim. Hemen haber kanallarını açtım. Bırakın haber kanallarını, tüm kanalların normal yayın akışını kesip olay yerinden canlı bağlantıya geçeceğini umuyordum. Ama nerdeeee? Yarım saat ekran başında kaldım; haber şöyle dursun, altyazı bile geçmiyordu. Neden sonra bir-iki spot yayınlandı.
Ajans bülteni beklemeye alışan haber merkezlerinin habercilik refleksi zayıflıyor. Televizyon haberciliği, anında reaksiyon oluşturan internet haberciliği karşısında son nefesini vermek üzere. Benden söylemesi...