Whitney Houston'ın ölüm haberini alınca, sanat âleminde eş seçmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım.
Hele birbirleriyle evlenen iki önemli sanatçıysa ve ego hacimleri birbirlerine duydukları sevgi ve saygının önüne geçmeye adaysa, vay hallerine...
Ünü ve başarısı daha küçük olan, diğerini eşi değil adeta rakibi gibi görmeye başlıyor. Yetenekleri eşi kadar başarılı olmaya el vermiyorsa; onu da aşağıya, kendi seviyesine çekmeye çalışıyor.
Whitney, kendisi gibi şarkıcı olan eşi Bobby Brown ile evlenmeden önce tamamen sanatına odaklı bir insandı. Ama Bobby ile birlikte olmaya başladığı günden itibaren şov dünyasının en karanlık gecelerinin, en şaibeli ilişkilerinin içinde anılmaya başlandı.
Uyuşturucuya Bobby tarafından alıştırıldığı iddia edildi. Aynı zamanda eşinden şiddet gördüğü de gazete manşetlerine çıktı.
Çiftin bir otel odasındaki kavgası, otel sakinlerinin şikayeti ile polis merkezinde noktalanmıştı.
Çift, bunun gibi pek çok kriminal olaya karışmış ve Whitney'nin yıldızı giderek solmuştu.
Ancak Whitney Houston yine de bir otel odasında ölü bulunmayı hak etmemişti. En büyük şanssızlığı, onu bu dünyanın kötülüklerinden koruyacak ve gerektiğinde kurşunların önüne atlayacak kadar seven gerçek bir 'Bodyguard'ının olmamasıydı...