EZEL... Bu sezon bitmesini istemediğim tek dizi... Ben de biliyorum hikayenin tükendiğini... Öykünün yalpalayıp durduğunu...
Ramiz Dayı ve Kenan Birkan'ın ölümünden sonra tadının yavanlaştığını...
Ama bitmesin istiyorum işte... Çünkü yıllar sonra ilk kez bir diziyi izlerken, eleştirmenliğimi unutuyorum.
Hikaye beni içine alıp başka bir yerlere götürüyor.
Aşkın gücünü anlıyorum, nefretin hiçliğini, intikamın anlamsızlığını, dostluğun, vefanın, sevginin her şeye üstün geldiğini... Ve masumiyetin en büyük servet olduğunu...
Ezel, doğru bildiğim her şeyin altına kalın çizgiler çekip onları daha da belirginleştiriyor. Yanlış bildiklerimin üzerine daha kalın kırmızı çarpılar atıyor. Şiirsel diyalogları hem ruhumu okşuyor, hem beyin kıvrımlarımı...
Bu dizinin, daha önce mütevazı bir oyuncu adayı olan Cansu Dere'yi nasıl emzirip büyüttüğünü gözlemliyorum. Yılardır jön arayan Türk Sineması'na Kenan İmirzalıoğlu'nu nasıl sıcak sıcak servis ettiğini izliyorum. Barış Falay'ın, Yiğit Özşener'in yıldızını her yeni bölümle nasıl cilalayıp parlattığına şahit oluyorum. Sözün özü; bu diziyi seviyorum.
Amaaa... Son yayınlanan bölümdeki Vandalizm'e gerek var mıydı, işte onu bilemiyorum. Ömer'in üzerine sinen Ezel'den kurtulmak için verdiği mücadele etkileyiciydi. Ne yapsa, büründüğü bu yeni ruhtan arınamıyordu. (Kendi adının yazılı olduğu mezar taşını kazımaya çalıştığı sahne çok dramatikti) Sonunda Kerpeten Ali'nin yöntemine başvurdu:
Vurmak, kırmak, parçalamak...
Evinde Ezel'e ait ne varsa kırıp dökmeye, yok etmeye başladı.
Elindeki beyzbol sopasıyla duvardaki şahane tabloyu parçalarken, "Yapma" diye bağırdığımı fark ettim.
Ezel daha sonra aynı öfkeyle kütüphaneye saldırıp rafları, kitapları parçaladı... O tabloya, o kitaplara emek verenler adına yüreğim cız etti. Oysa eski saatlerini parçalaması, gardırobundaki elbiselerini yakması, bilgisayarını kırması yeter de artardı bile...
Öfkeli insanlar kendilerini bile yok etmeye niye sanattan, edebiyattan başlar? Bir anlayabilsem...