Bu hafta Öyle Bir Geçer Zaman Ki'de, minik Osman'ın büyümüş iç sesinden yine müthiş bir hayat dersi anlatıldı. Osman, soğan kavuran annesine sarılmıştı: "Kızgın yağda kavrulan soğan kokusu bana huzur verir. Pek çok insan bu kokuyu sevmez. Oysa bu koku, bir evin yuva olduğunun işaretiymiş. Ocak yanıyor, yemek pişiyor demekmiş. Başımı annemin göğsüne dayadığım zaman içime çektiğim, onun üzerine sinmiş bu kokuydu işte... Meğer hayat dolarmış ciğerlerime... Bunu evinden, annesinden, çocukluğundan uzak kalınca anlarmış meğer insan. Meğer daldaki kuşun peşinden koşarken, eldeki kuşu boğarmış insan..." Osman'ı boşuna kendime benzetmiyorum. Yine tercüman oldu tüm hislerime... Benden size naçizane tavsiye: Yanınızda, yakınınızdaysa eğer, kuşlar soluksuz kalmadan sarılın annenizin eteklerine ve hiçbir parfüme değişilmeyecek o şahane kokuyu çekin ciğerlerinize... Duygusallığa burada nokta... Sıra hınzırlıkta: Cemile, sabah çocuklarına portakal suyu sıkıyordu. dört bardağı doldurdu. Sonra çöp kovasını gördük. Sadece dört-beş portakalın kabuğu vardı... Eğer Cemile dört portakaldan dolu dolu dört koca bardak portakal suyu çıkarabiliyorsa, iş bulmak için kapı kapı dolaşmasına gerek yok. Katılsın Yetenek Sizsiniz Türkiye'ye, kapsın 500 bin lirayı!..