Geçen haftanın en fazla konuşulan televizyon olaylarından biri de Ayşenur Yazıcı'nın Türk- Max'taki "Dök İçini" programına Çin'den telefonla bağlanan kadının anlattıklarıydı. İzlemeyenler için kısa özet: Ailenin çocuğu olmuyormuş. Çin'de bir taşıyıcı anne bulmuşlar. Bebeği geriye biraz rötarlı almışlar. Türk anne dertli. Diyor ki; "Gözleri böyle çekik çekik. Buralılara benziyor. Suratıma bakarken Çince konuşacakmış gibi geliyor bana. Bir de biliyorsunuz, buralarda böcek neyin yiyorlar. Geçende yerde bir böcek yürüyordu. Bizimki yiyecek gibi baktı ona..." Ayşenur şaşkın. "Hele bir büyüsün, anne diye ağlamaya başlasın, benimsersin sen onu" filan diyor. Konuyu "Medyatik"te tartıştık. Yılmaz Erdoğan ve BKM Mutfak ekibinin oyuncuları "Bu gerçek olamaz. Kesinlikle dalga geçmek için arayan biri olmalı" diyerek, olayın "feyk" olduğuna dair "bilirkişi raporu" verdiler. Aynı gece sabaha karşı "Dök İçini" programının tekrarını izlerken bu kez daha tuhaf bir olayla karşılaştım. İstanbul'dan bağlanan B.A.'nın kendince derdi büyüktü. Evli kadın, 15 yaşından beri Haluk Bilginer'e aşıkmış. Derdi, aşkını ona ilan edememekmiş. "Kulisine girip, direkt söylesem, Aşkın Nur Yengi kızar mı acaba?" filan dedi. Ayşenur, "Oyun sırasında sahneye koşup, orada ilan-ı aşk etsen mesela? Ben bu çılgınlığı yapardım" diye akıl verdi. Uçuk izleyici "Yok valla ben o kadarını yapamam" dedi. Sonra bir başka projesinden söz etti: "Ben İranlı bir ressama sipariş verdim. Haluk Bey ile Shakespeare'i birarada çizecek. Üzerine de 'To be or not to be' yazdırmayı düşünüyorum. Acaba bunu Haluk Bilginer'e versem, eşi Aşkın Nur Yengi kafasında paralar mı? Çok para vereceğim tabloya. Duyduğuma göre Aşkın Hanım çok kıskançmış. Eğer böyle bir şey olursa, çok üzülürüm vallahi..." Daha fazla dayanamadım. "Allahım, iyi ki bana böyle dert (!) vermedin, şükürler olsun" diyerek, mutlu mutlu uykuya daldım!..