Haftasonu iki hasta ziyareti için hastanedeydim. Emral Avşar ve Gazanfer Özcan aynı hastanede yatıyorlardı. Her ikisi de yoğun bakımda bulundukları için sadece yakınlarıyla görüşme olanağım vardı. Gazanfer ağabeyin yakınlarını bulamadım. Torununa telefon açtım, yanıt alamadım. O sırada kafeteryada Helin Avşar ile karşılaştık. Avşar Ailesi nöbetteydi, tam 11 gündür... Tanıdığım en güçlü kadınlardan biri olan Emral Hanım'ın bu savaşı da kazacağına olan inancımı tekrarladım. Helin bitkindi. Biraz da öfkeli... Geçen ay Hakkari'deki bir okulun öğrencilerinden biri Sadettin Saran'a bir mektup göndermişti. Üşüdüklerini, ayakkabılarının, paltolarının olmadığını anlatmıştı. Helin, müstakbel eniştesi Sadettin Bey ile beraber bunca acının, kaygının, telaşın orta yerinde uçakla bir günlüğüne Hakkarri'ye gitmiş, söz konusu okulun öğrencilerini tepeden tırnağa giydirdikten sora aynı gün İstanbul'a dönmüştü. Ülkenin en önemli haber ajanslarının adım adım takip edip, abonelerine ulaştırdığı bu güzel jest ne yazık ki sadece Posta gazetesinde iki sütunluk haber olarak yayınlanmıştı. Oysa Sadettin Bey, Hülya Hanım ile el ele bir balıkçıdan çıksa, ya da Helin'in elbise askısı bir galada hafifçe sıyrılsa en az 10 gazetede ve bir o kadar da magazin programında yer alırlardı. Helin konuştukça nasıl utandım, anlatamam...