Uri Geller için program öncesinde yapılan reklam, pek çok partinin seçim kampanyasını bile gölgede bırakacak cinstendi. Hani adam gelip de erken seçimde başbakanlığa talip olsa, millet "gözü kapalı" oy verecekti. Zaten bize de artık bu saatten sonra "mucize yaratacak" bir başbakan gerekiyor. Ne bileyim, mesela Toprak Mahsulleri Ofisi'ndeki siloların önünde şöyle parmağını şıklatacak ve pirince boğulacağız... Ya da George W. Bush'u karşısında kaşık gibi eğecek... Olmadı, acil serviste vücudu yanık çocuğu bekleten özel hastanenin sahibini bir bakışta kül edecek... Velhasıl bu Uri Geller denen şahsiyet bu aralar bize pek lâzım... Her neyse, biz fazla politikaya bulanmadan, programa geçelim. Sunucu Sinan Çetin'in "Tüyleriniz ürperecek vallahi. Ürpermezse para yok" tarzındaki açış konuşmasının ardından gerçekten de tüylerim diken diken oldu. Zira bir TV yazarı olarak bu kadar kötü organize edilen bir televizyon şovunu pek az izledim. Kimin ne yaptığı belli değildi. Sinan Çetin, Tuba Ünsal'a pas atıyor. Tuba konuşuyor ama duymuyoruz. Programın adı Fenomen ya, ben içimden diyorum ki, "Sanırım beyin dalgalarıyla telepatik olarak anlaşacağız, televizyonumun ses ayarlarıyla boşuna uğraşmayayım." Ama sonradan öğreniyorum ki teknik aksaklık varmış. Hayallerim daha ilk dakikada Uri Geller'in kaşığı gibi kırılıyor... Uri Geller'in İngilizce konuşmasının üzerine simultane tercüme bindiriliyor. Ama stüdyodaki ses yeterince geri çekilmediği için ortaya "İngiltürkçe" gibi garip bir lisan çıkıyor. Bir arkadaş, konuklardan Teoman ile Zeynep Beşerler arasında "zihinsel köprü" kuruyor. Birinin omzuna dokunuyor ama diğeri koltuğundan kalkıyor. Biri aklından geçen şarkıyı yazıyor, öbürü hiç bakmadan "şudur" diyor. Sinan Çetin ise yemin billah ediyor: "Vallahi bu işte bir sahtekarlık yok." Teoman destekliyor: "Evet, birbirimizi ilk kez burada gördük." Ama aynı günün Vatan gazetesinde Teoman ile Zeynep Beşerler'in barda birlikte eğlenmeleri ile ilgili aşk dedikodusu haberi ve fotoğrafları var!.. Ben "fenomen" diye işte buna derim!.. Reklam arasında Uri Geller "Kaşıklarınızı ve bozuk saatlerinizi televizyonun yanına getirin. Kaşıklarınızı eğeceğim, saatlerinizi çalıştıracağım" buyuruyor. Televizyon eleştirisi yapmıyor olsam asla yerimden kımıldamam ama olayı "yerinde" test edeceğim ya, utana sıkıla mutfağa gidip, bir kaşık getiriyor ve televizyonun üzerine koyuyorum. Pili tükenmiş eski bir saati de yanına iliştirip, bekliyorum. O sırada programın call center'ına telefon ve faks yağıyor. Millet yere düşen kaşıklarını, aniden çalışmaya başlayan saatlerini anlata anlata bitiremiyor. Ama benimkilerde "tık" yok. Salaklığıma doymayayım... Saati tuttuğum gibi balkondan fırlatıyorum. Kaşıkla da muhallebimi yemeye koyuluyorum. Bu durumda Uri Geller'in dediği çıkıyor ama "ters" olarak. Benim kaşık çalışıyor, saat yamuluyor!.. O sırada ekranda "seyircilerin gönderdiği" görüntüler var. Bir saat, çalışmaya başlıyor, ardından bir tane daha... Ama saatlerin nerede bulunduğu, kime ait olduğu meçhul. Zaten Sinan Çetin de ekrana gelen görüntüleri hiç inandırıcı bulmayıp, basıyor rejiye fırçayı... İlaç için, programı arayan bir kişi de "Yahu benim kaşık öylece duruyor birader" demiyor!.. Bu arada ünlü yönetmen Sinan Çetin'in kaptanlığını yaptığı bir programda "yönetmenliğin" nasıl olup da bu kadar kötü yapıldığına inanamıyorum. Kendisine "mentalist" diyen arkadaş, uzaktan bardağı kırıyor ama bardak görüntüde yok. Diğeri, kağıdı kameraya gösteriyor ama yazıyı ara ki bulasın.. Programın en "kritik" anlarının hiçbiri zamanında görüntülenemiyor. Sanırım, reji odasında yönetmen ile resim seçicinin gözlerini bağlamışlar. E programın adı "Fenomen" ya, ondandır. Hani "gizem olsun" hesabı!..