Haftalardır Akademi Türkiye'de "Türkiye'nin gerçek yıldızını" belirlemeye çalışıyoruz. Ama aslında bizimki "beyhude" bir çaba. Bu yarışmadan birinci çıkacak adayın, "yıldız olma" garantisi yok. Tıpkı Akademi'den ilk ayrılan adayın "yıldız olmama" garantisinin bulunmadığı gibi... Çünkü yetenekli gençlerin omuzlarına "yıldızlı apoleti" ne jüriler, ne de akademisyenler takabilir. İsterse sesiniz 5 oktav olsun, isterseniz Pavarotti'nin bile çıkamadığı tonlarda bülbül gibi şakıyın. Halk sizi benimsemezse, kucaklamazsa, peşinizden gitmeyi göze almazsa hiçbir şey olamazsınız. Biz, sadece kıyafetleri vitrine çıkartıyoruz. Halk, onlar içinden beğendiğini, sevdiğini, bedenine uygun olanı alıp, sırtına geçirecek. Bugün dünyada milyonları peşinden sürükleyen pek çok starın ses tekniği ve müzikal yeterliliği, konservatuar giriş sınavını bile aşacak düzeyde değil. Ama ışıklarıyla gözleri öyle bir kamaştırıyorlar, şarkılarına ekledikleri ruhlarıyla kitleleri öyle bir sarıp, sarmalıyorlar ki, tekniği, oktavı, ses aralığını kimse umursamıyor... Geçtiğimiz günlerde Sezen Aksu, Yeni Melek'teki konserinde bizim Akademi öğrencilerini konuk etti. Sahnede, onların önünde diz çöküp, yarı beline kadar sarkarak onlara mikrofon uzattı. Şarkılarını sahnede onlarla birlikte söylerken, koca salon adeta tek yürek oldu. Sezen Aksu'yu hiçbir konservatuar, hiçbir jüri, hiçbir akademisyen "yıldız" yapmadı. Omzundaki, gökyüzünü kıskandıracak kadar çok yıldızı ona halk taktı... Ve sonra ne oldu? Bizim öğrencilerden Jale hıçkırıklar eşliğinde gözyaşlarına boğuldu. "Onunla aynı sahnede olmak benim hayalimdi. Benim için bundan daha büyük ödül olur mu?" dedi... Bir yıldız, ona yakın duran yıldızcıklar ağladığı zaman parıldar. Akademi'de geçen 2 buçuk aylık dersleri, 2 buçuk saate sığdıran Sezen Aksu'ya gönül dolusu sevgiler. Tanrı, Kraliçe'yi korusun!