AK Parti iktidarı, 2010 anayasa referandumu yüzde elli sekiz gibi açık bir farkla kabul edildikten sonra, ciddi biçimde alışılagelmiş kanalların dışına çıkan bir muhalefetle karşı karşıya kaldı. İlk dönemlerde çok da belirgin olmayan biçimde, giderek hükümetin zor durumda kalmasını sağlamaya yönelik haberler ve analizler, özellikle de yabancı medyada ortaya çıkmaya başladı. Arap Devrimi ertesinde, 2012'de PKK kimi devlet dairelerini ve konutları ele geçirip, güvenlik kuvvetlerine direnmek, gerekirse ölmek ve bütün dünyaya "Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn'den sonra iktidara direnen Türkiye" imgesi vermeye çalıştı. Bu operasyon, PKK tarihinde yaşanılan en büyük başarısızlıklardan biri oldu, O tarihten itibaren çözüm sürecinde PKK, silahlı eylem yapmamayı kabul etti. Yapılan analizlerin hiçbirinde, Türkiye'nin demokratik ve giderek daha fazla çoğulcu bir ülke haline geldiği için "Arap devrimi" türü bir ayaklanmanın hiçbir zaman gerçekleşmediği konusuna pek değinilmedi.
Bunun ardından Türkiye'de ekonominin aslında ne kadar kötü gittiğini ve muhakkak bir krize maruz kalacağını yazan çok sayıda makale ve görüş, uluslararası medya organlarında yer almaya başladı. IMF ile yapılması istenen yeni bir anlaşma, hükümet tarafından reddedildiğinde, medyanın önemli bir bölümü, profesyonel örgütler, bu anlaşma yapılmadığından ötürü nasıl bir darboğaza gireceğimizi uzun uzun anlattılar. Uluslararası medyada bu önemli yankı buldu. Hem anlaşma yapılmadı, hem de Türk ekonomisi büyüme istikrarı yakaladı, bu boyut nedense ciddi biçimde analizlere konu olmadı. Onun yerine, Fransa'da 1968'de, Almanya'da birkaç ay önce, İspanya'da bir yıl önce gerçekleşen sosyal olayların bir benzeri Gezi'de gerçekleşti. Bu inanılmaz bir propagandaya malzeme oluşturdu.
Son olarak, 17 Aralık 2013'te, Türkiye siyasetinde görülmemiş bir girişim gerçekleşti: yargı ve emniyet güçlerinin içine sızılıp, örgütlenmek suretiyle Başbakanı, yakın çalışma arkadaşlarını, ailesini hedef alan, sosyal medyayı kullanan bir darbe girişimiyle yüz yüze kaldık. Başbakan, bütün liderlik vasıflarını ve kişiliğini, yerel seçim kampanyasında halkın önüne koyarak onlardan bir anlamda güvenoyu istedi. Yerel seçimleri de kazanarak bu güvenoyunu aldı. Bu nedenle, paralel örgütlenme muhtemelen yeni ve ses getirecek bir adım atma ihtiyacı hissetti, Başbakan Erdoğan'ın politikalarını konu alan, onları Fahrenheit 9/11 filmi üslubuyla eleştiren, bir film çevrileceği duyuruldu.
Terör saldırısından sonra ABD ordusunu üçüncü dünya ülkelerini işgal etmeye gönderen ve ABD'nin imgesini ciddi biçimde sarsan George W. Bush gibi bir politikacının girişimleriyle, Türkiye'nin yumuşak gücünü geliştirerek ve kullanarak inanılmaz bir gerilim içinde olan çevre bölgelere istikrar taşımaya çalışan Başbakan Erdoğan'ın nasıl birbirlerine benzetilebileceği bir muamma olarak duruyor. Paralel yapı, tüm kara propagandasına rağmen istediğini elde edememiş olmanın verdiği hırsla daha da şaşırtıcı adımlar atabilir. Türk toplumu, hem bu tür girişimleri reddeder, hem de seçilmiş liderlerin başka yollarla iktidarını almayı deneyenleri affetmez. Elli dört yıl sonra bütün toplum kesimlerince lanetlenen 27 Mayıs darbesi de anlaşılan paralel yapıya örnek olmayacak gibi duruyor.