Geçtiğimiz hafta içinde Avrupa Komisyonu enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger, çok ses getiren bir açıklama yaptı. Brüksel'de Konrad Adenauer Vakfı'nın düzenlediği bir toplantıda, önümüzdeki on yıl içinde Fransa ve Almanya yetkililerinin, Ankara'ya sürünerek giderek Türkiye'ye, dizlerinin üstünde "lütfen Avrupa'ya gel" diyeceklerini öne sürdü.
Bu açıklama Türk medyasında bir bomba etkisi yaptı ve doğal olarak manşetlere taşındı. Oettinger, Almanya'nın Avrupa Komisyonu'ndaki yegâne temsilcisi, Merkel'in CDU partisine mensup ve enerji gibi son derece hassas bir portföye sahip... Söylediklerini bir kızgınlık anında telaffuz edilmiş cümleler olarak algılamak mümkün değil. Bu açıklamanın, Şansölye Merkel'in yarın başlayacak Türkiye ziyareti öncesinde dile getirilmiş olması da tesadüfi bir olgu değil.
Almanya'nın Türkiye konusunda AB siyasetini değiştirmek istediği zaman sıklıkla kullandığı bir strateji ile karşı karşıya olabilir miyiz? Kohl sonrası, SPD/ Yeşiller koalisyonu iş başına geldiği zaman, Türkiye'nin AB adaylığına destek için ilk girişim, Gerhard Schröder'den değil, onun yakın çalışma arkadaşı ve Avrupa Komisyonu üyesi Günter Verheugen'den gelmişti. Bu mesajlar sonrasında, Aralık 1999'da adaylığımız Helsinki zirvesinde teyit edilmiş ve Türkiye'nin olumlu yanıt vermesi için Verheugen ve dönemin Konsey Genel Sekreteri Javier Solana gece yarısı uçakla Ankara'ya gelmişlerdi.
AB tarafında, tıkanan müzakerelerin hayatiyet kazanması için bir hareketlenme var. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın önce Almanya, yakın zamanda da Doğu Avrupa ziyaretlerinde, sabrının tükenmekte olduğuna dair verdiği mesajlar yerine ulaşmış gibi görünüyor.
Almanya ile Türkiye arasında vize sorunu, çifte vatandaşlık gibi meseleler konusunda Şansölye Merkel seçim yılında adım atmak istemeyecektir. Ancak enerji gibi Almanya'yı herkesten çok ilgilendiren bir konuda, Güney Kıbrıs vetosu yüzünden faslın bloke edilmesi, anlaşılabilir bir durum olmaktan çoktan çıkmış bulunuyor.
Almanya, bu konuda Güney Kıbrıs'a en kolay baskı uygulayabileceği pozisyonda bulunuyor. Hem Troika, bir türlü Güney Kıbrıs'a kurtarma paketini vermeyi kabullenmedi, hem de SPD başta olmak üzere tüm muhalefet Güney Kıbrıs'a 15 milyar Euro vermenin, Rus oligarklarının paralarını ödemek olacağını söyleyerek çok ciddi bir direnç ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz pazar günü Güney Kıbrıs'ta oyların % 46'sını alarak seçilmeye çok yaklaşan aday Anastasiades, tüm seçim kampanyasını "Almanya'nın desteğini alabilmek" üzerine kurdu. Eğer seçilir ve Troika ile ilişkilerini düzeltemezse, Güney Kıbrıs'ta da, Yunanistan benzeri bir sosyal patlama ve siyasi istikrarsızlık baş gösterebilir.
Bütün bu gelişmeler Türkiye ile AB'nin, içinde bulundukları çıkmazdan kurtulmak için adım atacaklarını gösteriyor. Hem Kürt sorunu için bir barış platformu oluşuyor, hem enerji konusunda gelişmeler oluyor, hem de Türk ekonomisi canlılığını sürdürüyor. Buna fazıl bir daire demek de mümkün, iyi olguların birbirini tetiklemesi gibi... 2013 önemli bir siyasi dönüşümün simgesi olabilir.