Euro krizi konusunda AB yetkilileri, nihayet ciddi biçimde geleceği oluşturmaya başladılar. Önce Mario Draghi, "Euro'yu kurtarmak için ne gerekirse yapacağız" diye Avrupa Merkez Bankası'nın tavrını ortaya koydu. Merkel'den önce ters bir tepki aldıysa da, piyasalar o kadar güçlü bir destek verdi ki, Alman hükümeti de kısa sürede tavır değiştirdi.
İki yıldır konuşulan ancak bir türlü üzerinde anlaşma sağlanamayan Banka Birliği fikri, bir taslak metin haline getirildi, ilk zirvede üye devletlerce ele alınacak hale geldi. Diğer yandan Alman Anayasa Mahkemesi, herkesin nefesini tutarak beklediği bir inceleme süreci sonunda, oluşturulmuş bulunan Avrupa İstikrar Mekanizması'nın (ESM) anayasaya aykırı olmadığını onayladı.
AB, aslında güçsüz ve yavaş görünen, ancak istişare mekanizmasının uzun sürmesi yüzünden bu izlenimi veren bir yapı... Harekete geçmek için çok ciddi istim gerektiren, yavaş kalkabilen, ancak kalktığı zaman da çok sayıda vagonu nispeten az yakıtla çok rahat çekebilen bir buharlı lokomotife benziyor. Kalkış için hazır olduğunun işaretlerinin çoğaldığı bu günlerde, AB'nin ileride nasıl bir yapıya dönüşeceğini tartışmakta fayda görüyorum.
Jose Manuel Barroso
Avrupa Komisyonu, 1995'ten bu yana, üye devletlerce bilerek geri plana itildi. Komisyon, AB'nin işleyişinde en özgün kurum olarak, bu birliğin "ulusüstü" boyutu... Dolayısıyla geri planda kaldıkça, üye devletlerin ağırlığı giderek arttı ve son olarak Jose Manuel Barroso, iki dönemdir başkanlık yaptığı bu kurumun düşük bir profilde kalmasını sağlayan kişi olarak tanındı.
Aynı Barroso, yaptığı "2012 yılında Birliğin durumu" konuşmasında "daha federatif" bir Avrupa isteğini dile getirdiğine göre, üye devletlerin hükümetlerarası istişare mekanizmalarıyla para birliğini krizden çıkaramayacakları, zımnen de olsa kabul görmüşe benziyor. Komisyon Başkanı Barroso bu çok önemli konuşmada, AB'nin fikir babası Jean Monnet'nin bir cümlesiyle durumu en iyi şekilde özetledi: "Toplumlar, ancak mecbur kaldıklarında değişimi kabul ederler. Mecbur kaldıklarını da sadece kriz anında anlarlar."
AB ülkeleri, bankacılık sistemi ve bütçe politikalarını da kısa vadede ciddi biçimde uyumlaştıracak gibi görünüyorlar. Bunu yaparken, zengin AB ülkelerinde dört temel alanda değişimi hedefliyorlar: Kamu borçlarının azalması, özel sektörün (şirketler ve kişiler) borç yükünün azaltılması, uluslararası rekabet gücünün (özellikle bazı AB ülkeleri için) arttırılması ve Ekonomik ve Parasal Birlik yönetiminde çok ciddi şeffaflaşmaya gidilmesi...
Bu hedeflerin hiçbiri, tek başına bir anlam ifade etmeyebilir, ancak bir bütün olarak, AB ülkelerinin gideceği istikameti gösteriyor: Daha iyi ve katma değeri daha yüksek üretim, borçlanmaya dayalı olmayan bir büyüme modeli, Euro bölgesinde giderek derinleşen bir ekonomik bütünleşme ve yönetim üstyapısının ciddi biçimde elden geçirilmesi...
AB, kararlı biçimde ikili bir yapıya doğru yelken açmaya hazırlanıyor. Euro bölgesi ve diğerleri olmak üzere iki ayrı düzeyde bütünleşme, muhtemelen gelecek kurucu antlaşmalarda karara bağlanacak.
Türkiye, bu gelişmelerin işaret ettiği yönde, uzun zamandır önemli adımlar attı, reformlar yaptı. Hedeflerdeki paralellik, AB'nin 2050 ufkunda gene model kalacağını, Türkiye'nin kalkınma kurgusunun da, bu adı konmamış modele uygun olarak çalıştığını gösteriyor. Kısa vade neler getirir bilinmez, ama uzun vadede çok benzer bir yolda ilerliyoruz.