ABD'nin tehditleri, şantajları para etmedi. Türkiye'nin öncülüğüyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını ilan ettiği fecaat kararını tanımadığını ilan etti. Ne tek bir NATO üyesi, ne tek bir AB üyesi, ne de tek bir G-20 üyesi ABD'nin yanında yer aldı.
Üstelik BM'deki oylama öncesinde Trump "bizden yüz milyonlarca dolar alıp sonra bir de bize karşı oy veriyorlar. O oyları izliyor olacağız" diye bir tehdit savurdu. ABD'nin BM temsilcisi Nikki Haley birçok ülkeye "bu oylamayı dikkatle takip edecek olan Başkan, aleyhimizde oy veren ülkelerle ilgili rapor vermemi istedi. Bu meseleyle ilgili her oyu not alacağız" cümlelerini ihtiva eden bir mektup gönderdi.
Sonuç, tarihi bir başarı. Bu küresel vicdanın, İslam ülkelerinin ve Türkiye'nin bir başarısıdır. Şimdilerde bu başarıyı küçümsemeye çalışanlar, bu alınan kararın sadece "tavsiye kararı" olduğunu söyleyenler türemiş vaziyette. İsrail lobisi, Amerikancı güruh boş durmuyor elbette.
Onlara söylenecek söz belli: Madem bu bir tavsiye kararıydı, madem çok da önemi yoktu, o zaman ABD'nin başkan dahil önde gelen temsilcileri neden açıktan sözümona "dost ve müttefikler"i de dahil bütün dünya ülkelerini tehdit etmeye kalktı? Niçin onları kendi yanlarına çekmeye çalıştı?
Bu oyunlara bu milletin artık karnı tok. Millet, "dünya beşten büyüktür" diyen ve bunun da olabildiğini gösteren bir lidere sahip olduğu için gurur duyuyor. Bunu ortadan kaldırmak için ne kadar uğraşsanız boş.
***
Erdoğan'ın dış politika vizyonu
Olayların içinden, üzerinden hızla geçiyoruz. Geriye dönüp de nadiren yaşadıklarımızı birbiriyle ilintileri çerçevesinde değerlendiriyoruz. Failliğimizi, aktörlüğümüzü, başardıklarımızı yeterince göremiyor, takdir edemiyoruz.
Dikkatinizi çekmek istediğim husus şu. Türk dış politikası son dönemde önemli başarılara imza atıyor. Maruz kaldığımız saldırılara, izolasyon girişimlerine rağmen Türkiye sömürgecilerin oyunlarını bozmaya devam ediyor.
Dahası bölgesinde oyun kurucu bir rol oynuyor. Son bir buçuk yıllık süreci gözümüzün önüne getirelim. İlk çırpıda Türkiye'nin bölgesel düzen kurma arayışı çerçevesinde birçok kritik adımı başarıyla attığını görebiliriz. Fırat Kalkanı Harekâtı, Suriye'de garantör ülke konumunun elde edilmesi, Katar müdahalesinin boşa çıkarılması, İdlib konuşlanmasıyla Afrin'in çevrelenmesi, PKK ile mücadelede İran'ın desteğinin önemli oranda alınması, Kuzey Irak'taki gayrimeşru referandumun geçersiz kılınması ve bir Kürt devleti kurulması projesinin çökertilmesi, Rusya'yla normalleşme ve yakınlaşma projesinin başarılması, Kudüs krizinin çözümüne liderlik edilmesi. Şu anda Türk dış politikasının önündeki en önemli meselelerden biri Avrupa ülkeleriyle normalleşme adımlarının atılabilmesi. Bu noktada da Türkiye, Avrupa ülkelerine kırmızı çizgilerini kabul ettirme noktasına gelmiş durumda.
Bu başarının mimarı hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan. Ne yazık ki Erdoğan'ın dış politika vizyonu geçmişte çok fazla engelle karşı karşıya kaldı. Bu engellerin başında bürokratik direnç geliyordu. Bu direnç tam olarak kırılmasa da özellikle 15 Temmuz sonrasında devletin tehdit algısının ortaklaşması, güvenlik önceliklerinin seçilmiş siyasi lider tarafından belirlenmeye başlanması Türkiye'nin önüne geniş bir manevra alanı açtı. Bürokratik oligarşinin dış politikaya müdahale imkânları azaldı. Erdoğan'ın dış politika vizyonunun önündeki ikinci engel sureti haktan görünen Batıcı elitlerin yaklaşımlarıydı. Onlar da önemli oranda tasfiye oldu.
Bütün bunlar, Türkiye düşmanlarının niçin Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan kurtulmak istediklerinin de cevabı aslında...