ABD Başkanı Donald Trump'ın son hamlesi sadece Ortadoğu siyasetini değil, dünya siyasetini de derinden etkileyecek bir hamle. Hele ki olan bitene seyirci kalınır, ABD'nin bu aymaz, bu sorumsuz, bu kötücül adımı karşısında hiçbir şey yapılmazsa işte o zaman dünya bir felaketle karşı karşıya kalır.
Bugünlerde çok duyuyorum. "Aman canım, Ortadoğu, ABD'nin umurunda mı" diye soruyor bazıları.
"ABD, Çin'le uğraşıyor, Ortadoğu'yu gözü görmüyor" diye de ekliyor bunu söyleyenler. Onlara göre "bu adım, ABD'nin iç politikasına matuf, Trump'ın içine düştüğü sıkıntıdan kurtulma girişimi." ABD'nin Pasifik havzasında büyük bir iktidar kavgası verdiği, Ortadoğu'nun ABD dış politikasında örneğin 1990'larda sahip olduğu merkezi konuma sahip olmadığı doğrudur. ABD, özellikle 2008'den sonra Ortadoğu'yu bölgedeki vekil güçleri üzerinden yönetmeye çalıştı. ABD, bölgeyi tarumar etse de, bu siyasetinde başarılı olamadı. Oluşan güç boşluğundan evvela Rusya yararlandı. İran ve Türkiye bu boşluktan yararlanan diğer aktörler oldu.
Evet Türkiye... 2010 sonrasında Türkiye'nin önünde iki seçenek vardı. Ya kayıtsız şartsız ABD'nin Ortadoğu siyasetine destek verecekti yahut kendi politikasını hayata geçirmeye çalışacak, bu çerçevede mikro ittifak ve işbirliklerine girecekti. Türkiye, ikincisini tercih etti. Birincisinin kendisi için çok ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi anlamına geleceğini gördü. Hem de bunu erken gördü. Bunu bugün görmemek için ya kör, ya mutlak şartlanmışlık içinde olmak gerekir. ABD'nin PKK'ya, FETÖ'ye olan desteği işte orada, karşımızda duruyor...
***
Öte yandan 2010'dan bu yana bölgede yaşananlar
İsrail'e geniş bir manevra alanı ve tarihinde hiç görmediği bir konfor sağladı. İsrail, sessiz sedasız işgal siyasetini sürdürdü ve yayılmacı emellerini hayata geçirdi. Ne var ki
ABD artık Ortadoğu'da vekil güçler üzerinden bir düzen kuramayacağını, hatta ve hatta bölgede varlık gösteremeyeceğini görmüş durumda. Tam da bu nedenle bir yandan bölgede kendisine sorgusuz sualsiz bağlı, bağımlı aktörler oluşturmaya, diğer yandan daha fazla askeri üs açmaya ve bir diğer yandan da Suriye'ye kalıcı biçimde yerleşmeye çalışıyor. Ve bunu Rusya, İran ve Türkiye'ye karşı yapıyor.
***
ABD'nin
Kudüs'ü İsrail'in başkenti kabul ettiğini ve büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını açıklaması basit biçimde "fiili durumun resmiyet kazanması" olarak değerlendirilemez. Bu karar,
yeni bir kaos dalgası yaratmak ve bunun üzerinden bölgede İsrail'in tahakküm alanını genişletmek için alınmış bir karar. Nitekim İsrail, bu kararı önemli bir kazanım olarak gördü ve bu karar sonrasında yeniden agresif adımlar atmaya, Filistinlilere açıktan zulmetmeye başladı.
Unutmayalım ki Ortadoğu'da dengeleri değiştirmek ve yeni bir statüko oluşturmak isteyenlerin başında İsrail ve onun ABD'deki lobisi geliyor. İsrail, hatırı sayılır bir süredir bölge devletlerinin bölünmesi, bölgede birçok küçük ve birbiriyle kavgalı devletin ortaya çıkması için uğraş veriyor. İsrail'in geçtiğimiz eylülde neredeyse tek başına Kuzey Irak'ta bir "Kürt devleti"nin kurulması için yoğun bir destek vermesi bunun son örneğiydi.
İsrail ve onun ABD'deki destekçileri elbette Trump'ın siyasi sıkışmışlığından faydalandı. Fakat en çok da İslam dünyasının içine düştüğü dağınıklıktan faydalandı. Ve ne yazık ki Mısır'ı ve S. Arabistan'ı tam anlamıyla kazandıklarını düşündükleri için bu adımı rahat rahat atabildiler. Ne yazık ki...
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gayreti
Şimdi sıra bizde. Cumhurbaşkanı
Erdoğan bir kez daha üzerine düşeni yapıyor. İki gün sonra İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerini İstanbul'da topluyor. Erdoğan sadece İslam dünyasında değil, bütün dünyada Kudüs'ün korunmasıyla ilgili duyarlılık oluşturmaya çalışıyor. Umarım bu süreç dünya Müslümanları olarak aklımızı başımıza devşirmemize, İslam dünyasının birliğine, dirliğine vesile olur...