Evet, bütün mesele bu! Türkiye'nin değişmiş olması. Bununla da yetinmeyip bütün dünya için değişim talep etmesi, değişimde ısrarcı oluşu.
Dün TRT World Forum'un kapanış oturumunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "ben böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum" dediği dünya Türkiye için değiştirilmesi gereken bir dünya. Erdoğan'ın her uluslararası platformda dile getirdiği küresel adalet talebi tam da bununla ilgili.
***
Kendi yaralarını sarmaya muvaffak olamayanlar Türkiye'yi tepeden tırnağa şekillendirmek arzusunda.
Almanya'nın haline bir bakalım. Ne içeride, ne dışarıda politika üretemez hale gelmiş durumda. Uyguladığı agresif dış politika onu Doğu Avrupa ülkeleriyle kavgalı hale getirdi. İngiltere, Almanya'yı neredeyse bir tehdit olarak görüyor. Fransa önüne stratejik hedef olarak Almanya'nın Avrupa'daki rolünü dengelemeyi koyuyor. Bütün çabalarına rağmen
Ortadoğu'da bir karşılığı yok. İran'la yaptığı ticareti korumak dışında elinde somut bir motivasyon da kalmadı. Rusya karşısında sadece retorik üretiyor, Rusya'nın sahadaki hiçbir meydan okumasına karşı çıkabilmiş değil.
Kendi ülkesindeki
Putin hayranı 4 milyon Rus'la ne yapacağını da bilmiyor. Fakat büyümekten ve bağımsızlaşmaktan söz ediyor.
Hitler'in faturasını fazlasıyla ödediğini düşünüyor. Bu faturanın sürekli olarak önüne getirilmesini istemiyor.
Bir yandan dış politikada "
kendi başımızın çaresi"ne bakmalıyız diyor. Öte
yandan Alman toplumunda korkutucu bir
ırkçılık yükselişe geçiyor. Siyasal alanı parçalanıyor
ve giderek kutuplaşıyor.
2014'ten bu yana iddialı ancak başarısız bir Almanya var karşımızda. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olan bir Almanya.
İşte bu Almanya, Türkiye'yi, yeni ve güçlü Türkiye'yi büyük bir risk olarak görüyor. Ve sınırlamaya, onun yürüyüşünü engellemeye çalışıyor. Terör örgütleri üzerinden Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak istiyor. Daha perşembe günü
Angela Merkel Türkiye'ye yönelik Avrupa Birliği ödeneklerinin kısılması çağrısında bulundu. Gerekçe ne? Türkiye'nin terörle mücadele tarzı!
***
Türkiye'nin siyasi istikrarı, ekonomik büyüme hızı, beşeri sermayesi ve bölgesel etkinliğinin günden güne artıyor oluşu onu hedef tahtasına oturtuyor.
Türkiye, bu gelişme performansını örneğin 1950'lerde yahut 1990'larda göstermiş olsaydı bu denli tepki çekmezdi. Zira her iki dönemde de işleyen bir dünya düzeni olduğuna inanılıyor, siyasal istikrara, ekonomik büyümeye ve beşeri sermayeye sahip bir gücün bu krizleri fırsata çevirebileceğinden korkulmuyordu.
Şu anda dünya siyasetinin bu muhafazakâr ortamında Türkiye gibi bir gücün yükselmesi, bölgesel olarak düzen kurucu bir aktör olarak öne çıkması büyük bir risk olarak görülüyor. Batılı müesses nizam bunu doğrudan kendisine bir tehdit olarak algılıyor.
Biz, bu ülkenin vatansever insanları bir yandan doğru olduğuna inandığımız yolda yürümeye, bağımsızlaşma ve büyüme mücadelesini vermeye devam etmeli, öte yandan bu saldırılara karşı duyarlı ve dirençli olmalıyız.
Pek mühim bir not: Dün başlayan bugün ve yarın da devam edecek olan önemli bir uluslararası etkinlikten sizleri haberdar etmek istiyorum: Medeniyetler Şûrası.
İbn Haldun Üniversitesi tarafından düzenlenen bu etkinliğe 21 ülkeden 85 kalburüstü düşünce insanı katılıyor. Bu hafta
TRT World Forum'la başladı,
İbn Haldun Üniversitesi Medeniyetler Şûrası ile sona eriyor. Bu, İstanbul'un bir kez daha uluslararası bir çekim merkezi olduğunu, yeni dünya düzenine ilişkin kurucu fikirlerin bu şehirde mayalandığını dosta, düşmana göstermeye yeter da artar bile.