Gazetecinin telefonu çalar. Karşıdaki ses "ortalığı ayağa kaldıracak görüntüler"den bahseder.
Buluşurlar. Bir yanda bir gazeteci, öte yanda elinde kıymetli belgeler bulunan bir örgüt mensubu. Gazeteci, örgüt mensubunu tanımakta, o belgelere nasıl ulaştığını bilmektedir.
Fakat o bir gazetecidir.
Onun için önemli olan o belgelerin ses getirip, getirmeyeceğidir. Sonuçları umurunda bile değildir.
Dedim ya, o bir gazetecidir. Belgeleri yayınlar. Sonra başı derde girer.
Basın tarihi böylesi olaylarla doludur.
Oysa basın özgürlüğü her şeyden önemlidir.
***
İnandınız mı?
İnanmayın, çünkü uydurma bir hikâye bu.
Ben yazdım ama ben bile inanmadım.
Ne var ki bu uydurma hikâye bu aralar pek bir popüler. Türkiye düşmanlarının repertuarındaki birinci parça.
Bir kez daha "
mahpus gazeteciler" söylemi üzerinden Türkiye'nin köşeye sıkıştırılmaya çalışılacağını göreceğiz.
Olayın hakikati şu şekilde.
"
Erdoğan'ı devirme" operasyonu tüm hızıyla devam etmektedir.
İttifaklar oluşmuş, bütün Erdoğan düşmanları son bir gayret küreklere asılmaktadır.
Onlar için bu, her yolun mubah görüldüğü "
kutlu bir savaş"tır.
Erdoğan'ı toplum nazarında itibarsızlaştırıp zayıflatma operasyonu başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Erdoğan'ı Batı nazarında değersizleştirme operasyonundan da sonuç alınamamıştır.
Çünkü her ikisi de Batılı devletlerin pragmatizmine, kendi ülkesinde güçlü bir liderle karşı karşıya gelmeme tavrına toslamıştır.
Bu durumda geriye Erdoğan'ı "
savaş suçlusu" olarak gösterip, uluslararası alanda yargılatmak kalmıştır. İşte o gazeteci ve örgüt mensubu bu ortamda bir araya gelmiştir.
Sadece bir belge için değil.
Çok daha kalıcı bir birliktelik için. Birlikte, ortak hedef için planlar yapılmıştır.
Eldeki bazı görüntüler, Erdoğan'ın "
DAİŞ"e silah gönderdiği izlenimi yaratacak şekilde çarpıtılarak sunulmuştur.
Türkiye'nin "
teröre destek veren ülkeler kategorisi"ne yerleştirilmesi istenmiştir. Diğer yandan Türkiye'nin Suriye politikasını, Rusya ve İran'ın çizgisine göre revize etmesi temin edilmeye çalışılmıştır.
Bir süre sonra devlet ve PKK karşı karşıya geldiğinde de, "
Erdoğan'ı devirme" operasyonu uğruna, o gazeteci devleti suçlar, terör örgütünü masum gösterir.
Bir uluslararası terör örgütü Suruç'ta ve Ankara'da bombalar patlatıp insanları öldürdüğünde yine aynı operasyon uğruna bunu da devlete, hatta ve hatta Erdoğan'a yıkmaya çalışır.
***
Bütün bunlar halkı bilgilendirmek adına öyle mi?
Operasyon gazeteciliği bu.
Boyundan büyük işlere kalkışmak bu.
Ben savcı değilim, hâkim hiç değilim.
Oralarda ne oluyor, bilemem.
Ama oralarda ne işiniz var?
Gazetecilik bu değil.
Basın özgürlüğü hiç değil.
***
Kemal Tahir, bir söyleşisinde romancının olmazsa olmaz dört özelliğinden bahseder. Gerçeğe saygı göstermek... Hoşgörüyü hem bilinç hem duygu düzeyinde yaşamak... Önyargılardan mümkün mertebe kurtulmak... Kolaycılığa teslim olmamak.
1960'ta söylemiş bunları. Üstünden 55 yıl geçmiş. O "
romancı" demiş, ben onu "
yazar" diye tercüme ediyorum. Öyle işte...