'Schrödinger'in Kedisi', özetle bir kutunun içine konulup kaderine terk edilen ve o kutu açılmadığı sürece 'ölü ya da diri olduğu' bilinmeyen bir kedinin hüzünlü hikayesidir.
Bu ülkede yaşarken, bazen olaylara toplu bakış açımız; acılarımız ile yüzleşirken derinden hissettiklerimiz; su yüzüne 'Schrödinger'in Kedisi' deneyindeki gibi çıkıyor.
Çünkü 'varlık ile yokluk' arasında sıkışmış haldeyiz.
Sanki hepimiz Araf'ta acı çekilen bir yerdeyiz. Hepimiz 'sadece var olacağız' diye, durmaksızın 'çatışma rüzgarlarında' uçuşup duruyoruz.
***
Avusturyalı Fizikçi
Erwin Schrödinger, 1935 yılında kuantum fiziğiyle ilgili, üzerinde çok tartışılan, 'Schrödinger'in Kedisi' diye adlandırılan, 'düşünsel bir deney' gerçekleştirmişti.
Tamamen
'teorik' bir deneydi. Ama fizik bilimine yenilik getirdi.
Schrödinger'in Kedisi, 'varlık ile yokluk' arasında sınırları zorlayan, özellikle çok 'mutlak ifadelerin bilinmezliğini' ispatlamaya yönelik, 'kuantum anlayışı' içeren bir deneydi.
Biz insanların, dünyaya zihinlerimizle dokunduğumuzda, hayatı nasıl harekete geçirdiğimizi anlatıyordu. Belki de çoğunlukla, zihinlerimizle hayatı nasıl anlamlandırdığımızı.
Nasıl algılamak istiyorsak, öyle olduğunu.
***
Erwin Schrödinger, buruk bir kediyle bu deneyi kurgulamadan önce, tahminim, çok eski bir
Çin masalını okumuş olmalı. Masal, evvel zaman içinde Çin İmparatorluğu'nun merkezinde yaşayan ve çok özel yetenekleri olan bir
bilgeyi anlatır.
Bilge, bulutlara bakarak havanın durumunu önceden söyleyebiliyordur.
Rüzgarın bir ülkeden başka ülkeye taşıdığı mesajların anlamını yansıtıyordur.
Öyle ki aynı bilge kuşların dilini anlayabiliyor, hatta insanların düşüncelerini okuyabiliyordur.
İmparator, bu bilgenin varlığından haberd ar olur. Onu sarayına çağırtır.
***
"Bulutlara bakarak hava durumunu önceden söyleyebiliyormuşsun, doğru mu?" diye sorar.
Bilge "Evet İmparatorum" diye cevaplar; "Bunu yapabiliyorum."
"Ve rüzgarın mesajlarını da, deşifre edebildiğin doğru mu?" diye sormayı sürdürür İmparator.
"Evet bunu da yapabiliyorum." diye cevaplar bilge.
"Ve
kuşların dilini anlıyorsun öyle mi?"
"Evet. Bunu da bilmekteyim."
"Peki
insanların düşüncelerini okuyabildiğin doğru mu?" diye sorar İmparator.
"Bunu da yapabiliyorum" der bilge adam.
"Tamam o zaman" der İmparator; "İddia ettiğin kadar bilgeysen eğer, eminim benim küçük soruma cevap verebilirsin."
***
Sonra devam eder:
"Arkamda, elimin içinde bir kuş tutuyorum. O ölü mü, yoksa canlı mı?"
İmparator, bilge adama
tuzak bir soru sormuştur. Çünkü elinde canlı minik bir kuş tutmaktadır.
Eğer bilge adam
"kuş ölü" derse, imparator ona canlı kuşu gösterecek ve bilgenin sözünü çürütecektir.
Eğer bilge adam
"kuş canlı" derse, imparator kuşu sıkarak öldürecek, böylece onun iddiasını yine çürütecektir. Bu nedenle bilge adam, gerçekten bilgece bir cevap vermelidir. Nitekim kendisinden bekleneni söyler:
"Cevap, sizin avucunuzun içindedir."
***
Bu masalın farklı anlatımları da vardır. Ama özü değişmiyor. Schrödinger Kedisi'nin hikayesi gibi, dünyaya zihinlerimizle dokunuyoruz.
Cevap, kendimizde. 'Varlık ile yokluk' arasındayız.
Kendi penceremizden bakıyoruz. Sağından ya da solundan da bakıp, sonsuzu gördüğümüzde; kendimize yalan söylemeyi bıraktığımızda, hayata da yalan söyleyemiyoruz.
Hayyam'ın asırlar önce seslenişi gibi:
"Denizde boğulan su damlacığı
Toprakta eriyen toz zerreciği
Dünyadan geçişimiz ne ki
Değersiz bir böcek,
Bir göründü, bir yok oldu."