Temeline 'kolektif düşünmeyi' alan, 'ortak akılda buluşabilmeye yönelik, insanları kışkırtmaya çalışan', İzmir kent yazılarına çok tepki alıyorum.
Bu durum, İzmir'in 'kentlilik bilincinin', kente karşı hissedilen 'aidiyet duygusu'nun köklülüğünü gösteriyor. Duyarlı İzmir'i, bu açıdan şanslı saymalıyız.
İnsanlar 'İzmir' üzerine düşünüyor, güçlü bir aidiyet köprüsüyle kentle bütünleşiyor.
İzmir'e yeni pencereden bakabilmek için, "Küresel Kentler" kavramına değinen bir yazı kaleme almıştım. Aynı konuya bu kez İzmir'in 'Ege Kent Havzası' olabilme niteliğiyle yaklaşalım. İzmir Ticaret Odası'nın düzenlediği Levantenler Sempozyumu'nda da konuşmacı olan, İzmir araştırmalarıyla tanınan ünlü tarihçi Philip Mansel, İzmir için öncelikle şu vurguyu yapıyor:
"Tarihsel olarak, aynı anda, bir 'Akdenizli', bir 'Avrupalı', bir 'modern', bir 'kozmopolit' kimliğe sahip İzmir, tanımlanması zor ama 'zenginlikle farklılıkların birlikte yaşamasını başarma potansiyeline' sahip bir kenttir. İzmir, tarihi içinde şiddet, dışlama ve aşırı milliyetçi dönemlerden geçmiştir; ama her zaman ekonomik zenginlikle kültürel çeşitlilik ve birlikte yaşamayı beraber başarma temelinde, kendisini yeniden keşfetmiş ve kurmuştur."
Sürekli yenilenen İzmir tartışmaları arasında, bu saptamaları ilk okuduğumda; Mansel'in 'İzmir'in kendisini yeniden keşfeden, kuran ya da kurgulayan' yanına yaptığı gönderme, ilgimi çok çekmiş; "acaba İzmir'in kendisini yeniden keşfetme ve kurma zamanı mıdır?" diye kendime sormuştum. Değerli bilim insanı Prof. Dr. Fuat Keyman'ın 'Kentler' adlı kitabında, 'İzmir: Mazereti olmayan kent' başlıklı incelemesini bir kez daha okuyunca, onun da aynı noktaya değindiğine tanık oldum.
Fuat Keyman, İzmir'in 'kendisini yeniden keşfetme ve kurma' özelliğini vurgulayarak, şunları belirtmiş:
"Örneğin Eskişehir'den ve Türkiye'nin bir sürü kentinden farklı olarak, İzmir'in gerek tarihsel ve eğitsel temelde güçlü yapısı, doğal zenginlikleri, iklimi, gerekse de ulaşımdan turizme coğrafi rahatlığı, bugün de kendisini yeniden keşfetmek ve ekonomiden kültüre kadar çok önemli bir 'kent havzası' olarak kendisini geliştirmek için önemli fırsatlar sağlıyor.
İzmir Türkiye'nin Ar-Ge merkezi olmaya aday. Aynı zamanda ekonomik kalkınmanın 'Ege kent havzası' olma potansiyeline sahip. İzmir, sahip olduğu insani sermaye başta olmak üzere, coğrafi avantaj ve diğer artılarıyla, Türkiye'ye diğer kentlerden farklı model sunuyor."
Burada üzerinde düşünülmesi gereken; İzmir'in 'Ege kent havzası' olma potansiyeli.
Bu kavramı sorgularken, yıllar önce İzmir'de gerçekleştirilen, uluslararası özellikteki "21.
Yüzyıl'ın Eşiğinde İzmir" başlıklı sempozyumu hatırladım. Türkiye'nin çok değerli şehir ve bölge plancılarından, kent sosyoloğu Prof. Dr. İlhan Tekeli, katıldığı bir panelde benzeri bir kavrama değinmişti. 'İzmir Kent Kitaplığı'ndan kitaplaştırılan bu sempozyumda, aynı konuya İlhan Tekeli'nin yaklaşımı da çok çarpıcıydı. İlhan Tekeli, şunları söylemişti:
"Şimdi Ege Bölgesi'ne baktığınız zaman, bugün Ege Bölgesi'nde köy diye bir şey yoktur. Tarım da ticarileşmiştir, kentleşmiştir. Bence bütün Ege Bölgesi kentleşmiştir ve bir bütün olarak çalışmaktadır. Ve ben diyorum ki, İzmir'in kaderi de bu bütünle ilgilidir. Ve bu alanın tümünü, İngilizce terim olarak bir 'urban field', bir kentsel alan olarak kavramsallaştırmak, bize çok ilginç yeni bakış açıları, vizyonlar açabilir."
Belki de bu değerlendirmenin üzerinde derinleşmek gerekir. Fuat Keyman ise bu tespiti 'ekonomik kent havzası' ya da 'Ege kent havzası' olarak kavramsallaştırıyor. Aslında galiba esas mesele, İzmir üzerine biraz da bölgeyle birlikte, bütün olarak düşünebilmekte.