Altın, tarih boyunca para olarak kullanılması, servet, itibar ve iktidarla bir tutulması nedeniyle hep ilgi odağı oldu. Bu yüzden tarihin her döneminde altın çatışmalara yol açtı oldu. Mesela, Romalılar Helenistik dünyadan veya Kartaca'dan altınları yağmaladılar. Diğer taraftan bugünkü Romanya topraklarını işgal ederek madenlerden altın çıkarmaya başlamışlardı. İspanyollar, yeni dünya, yani Amerika'nın keşfinden sonra tonlarca altın ve gümüşü Avrupa'ya taşıdılar. Amerika'dan Avrupa'ya akan altın ve gümüş, eski dünyadaki bütün ekonomik dengeleri altüst etti.
İspanyollar ve Amerika'da bir altın madeni.
OSMANLI'DA İLK ALTIN PARA
Roma, altını para birimi olarak kullanırken İran uzun bir süre gümüşü para birimi olarak kullandı. Selçuklular, Anadolu'da altın dinar ve gümüş dirhem darbını sürdürdüler. Moğollar da altın para darp ettiler. Ancak Fatih devrine gelene kadar Osmanlılar ve Anadolu beylikleri altın para bastırmadı. Osmanlılar altın parayı ilk defa Fatih Sultan Mehmed devrinde bastırdı.
Osmanlılar altını hem para piyasasında hem de sınai alanında kullandılar. Kuyumculuk, yaldızlama, sırmakeşlik ve dokumacılık altının kullanıldığı bazı sanayi dallarıydı. Devlet yönetimi, altın madenini para olarak tutma politikasını esas aldığından esnaf da ihtiyacı olduğunda tedavüldeki altın parayı kendi işlerinde kullanmaktaydı.
Dolayısıyla devlet bu faaliyetler üzerinde kontrol gücünü kullanırdı. Mesela, Kanuni 1552'de Halep, Antep ve Birecik'te altınlı kumaş dokunmasını yasaklamıştı. Yine İstanbul, Bursa ve Selanik dışındaki simkeşhaneler de kapatılmıştı. Osmanlılar'da altının kullanıldığı en önemli alanlardan biri de yaldız (tılâ) işi idi. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî'ye göre bu iş için bir Mısır hazinesi kadar altın harcanıyordu. 17. yüzyılda devlet, iktisaden zor duruma düştüğü için altının eşya, sırma ve simlemede kullanılmasına karşı çıkmıştı.
III. Murad'ın altın parası.
MADEN OCAKLARI AÇILDI
Osmanlı Devleti'nde Rumeli ve Anadolu'daki darphanelerde yerli ve yabancı altın paralar, altın eşyalar, kumaşlar gibi ürünlerden altın ayrıştırılarak para darbında kullanılabiliyordu. Bunun dışında Rumeli'de nehirlerin getirdiği altın tozundan da faydalanılıyordu. Ancak bunun miktarı yüksek değildi. Osmanlı döneminde altın ve altın madenleriyle ilgili Halil Sahillioğlu, Yavuz Erler-Selçuk Özkan, Togay Birbudak ve Mustafa Altunbay'ın araştırmaları vardır.
Osmanlılar, Anadolu'da ve Rumeli'de pek çok yerde altın çıkarmaktaydı. Bosna, Kral Pavli, Köstendil, Alacahisar, Semendire, Vulçıtrın, Selanik ve Sofya sancakları Rumeli'deki kıymetli maden ocaklarının bulunduğu yerlerdi. Osmanlılar maden bulunan yerlerin halkını "madenci, kömürcü, tomrukçu, nakliyeci" statüsünde kabul ederek vergiden muaf tutardı.
Çıkarılan madenin hangi darphaneye götürüleceği kanunnâmelerde belirtilmişti. Elde edilen ve çarklarda yıkanan maden (simli kurşun) ergitilerek kurşunu ayrılırdı. Geri kalan gümüşte altın varsa Rumeli'de "tizab" denilen nitrik asitle muamele edilerek meydana çıkarılırdı.
Madende çalışma sitemine dair düzenlemeler yapılıyordu. Mesela, 1479'da Kral Pavli vilayetindeki altın ve gümüş madenleri Dubrovnikli bir mültezime üç yıllığına iltizama verilmişti. Verilen iltizam beratında bu madenin ihyası için orada geçerli ücretlerde 200 işçi çalıştırılması gerektiği de ifade edilmişti. Ayrıca işçileri bulma konusunda bölgenin idarecileri de yardımcı olacaktı. Bu şartlar altında işletmeci elde edilen gümüş ve altını geçerli narh üzerinde darphaneye, kurşunu ise dilediğine satabiliyordu.
Anadolu'nun muhtelif yerlerinde de altın çıkarılmaktaydı. Gümüşhane, Erzurum, Espiye, Ardanuç, Balya, Kızılkaya, Keban, Ergani gibi yerler bunlardan bazılarıydı. Mesela 1750-1752 yıllarında Espiye'den 3 bin 805 kg altın, Keban'dan 229 kg altın, Ergani'den 815.5 kg altın elde edilmişti.
Altın madeni haritası.
KALPAZANLIK YAPTI
Altın madeni her zaman devletin resmi yoldan verdiği görevlilerce işletilmiyordu. İlginç bir şekilde bir eşkıya grubu altın madenini işletebiliyordu. Tomak (Tekkeköy) denilen yerdeki maden de bunlardan biriydi. Eşkıya Küçük Ali'nin işlettiği bu yerden elde edilen maden işletilmiş ve Kırım yöresinde piyasaya sürülmüştü. Buradan elde ettiği gelirle gücünü artıran Küçük Ali, bölgedeki hâkimiyetini kuvvetlendirmişti. Samsun-Erzurum arasında hâkim olduğu yerlerde halka zulmetmişti. Hatta Kelkit Vadisi'nde kendisine müstahkem yerler de yaptırmıştı.
Devlete ait madenlerde çalışan Rum ve Ermeni madencileri silah zoruyla kaçıran Küçük Ali, bunları Samsun kırsalında yer alan Tekkeköy mıntıkasında kendi adına çalıştırdı. Küçük Ali'nin Osmanlı parasını taklit edecek teknik bilgiyi elde edecek kadar zeki olduğu anlaşılıyor. Zira elde ettiği parayı Kırım yöresinde kullanmıştı.
Buna mukabil bu durum çok uzun sürmedi. Kırımlı tüccarların İstanbul'a bildirmesinden sonra Küçük Ali'nin kalpazanlığı ortaya çıktı. Osmanlı idaresinin müdahalesiyle Küçük Ali'nin yasadışı madenciliği son buldu. 1762 yılında harekete geçen Osmanlı kuvvetleri, Küçük Ali'yi Kelkit Vadisi üzerinde inşa ettirdiği kule ve kale şeklindeki istihkamlarda kuşatma altına alarak ele geçirip öldürdüler. Maden böylece devletin kontrolüne girdi. Trabzon vilayetine bağlanan maden, 1856 yılına kadar işletildi.
Niksar
HALKA ZULMETTİ, TOPLADIĞI PARALARLA KALE YAPTIRDI
18. yüzyıl "Âyanlar Çağı"dır. Bu âyanlardan biri olan Küçük Ali, zulmü ve işlettiği altın madeniyle tarihe geçmişti. Ali Ağa, Aybastı-Niksar-Sivas-Kelkit- Erzurum havalisinde faaliyet gösteren bir eşkıyaydı. Buket Çelik'in Küçük Ali'nin eşkıyalığı üzerine bir araştırması vardır.
Aslen Canikli olan Küçük Ali, yaptığı eşkıyalık büyük rahatsızlık meydana getirince kardeşi Mehmet ile birlikte Canik'ten ayrıldılar. Küçük Ali, 1740'larda Niksar'a, kardeşi Mehmet de Aybastı'ya yerleşti. İki kardeş gittikleri bölgelerde rahat durmayıp eşkıyalığa devam ettiler. Küçük Ali Ağa 1748 yılında etrafında topladığı 40-50 kişilik tüfekçiyle gezerek insanlara zulmetmekteydi. Küçük Ali'nin yaptığı eşkıyalıkla ilgili İstanbul'a 1750'li yıllarda şikâyetler gelmeye başladı. Bölgenin ileri gelenleri ve halktan diğerlerinin şikâyetinde Ali Ağa'nın âyanlık iddiasında bulunduğu da ifade ediliyordu.
1753 yılında İpsalalı Osman tarafından yapılan şikâyete göre Küçük Ali, Keş Deresi eşkıyasıyla birlikte Osman'ın babası Ahmet'in Niksar'daki evini basmış, darp etmiş, ailesine saldırıp iğfal ettikten sonra babasını öldürmüştü. Ayrıca evdeki 500 kuruş değerindeki eşyayı ve hayvanları da yağmalamıştı.
ÂYAN TAYİN EDİLDİ
1755 yılında Küçük Ali artık 500-600 kişilik bir grupla eşkıyalık yapmaktaydı. Ali Ağa sadece etrafındaki eşkıya sayısını çoğaltmamış, Niksar'da kendisine bir konak yaptırarak onu kale gibi tahkim etmişti. Ayrıca yoldaşlarından Kara Güdük, Kel Bodur, Köle Mehmet ve Ağca Hasan isimli kişileri de kendi tüfekçilerine bölükbaşı tayin etmişti. Etrafına topladığı eşkıyayla büyük miktarda paralar elde etmişti.
Şikâyetler üzerine devlet yönetimi, mahalli idarecilere Küçük Ali'yi sorgulamalarını, eğer olay çözülmezse Sivas tarafına gönderilmesini emretti. 1757 yılına gelindiğinde Küçük Ali Ağa'nın suçlamalardan beraat ettiği ve âyan olarak tayin edildiği görülür. Hatta Küçük Ali Ağa ve annesi Ayşe Hatun'a göre haksızlığa uğrayan Ali Ağa'dır.
Niksar halkının mücadelesi sonunda şehirden kaçan Ali Ağa hakkındaki şikâyetler gittiği yerde de devam etti. 1761 yılına gelindiğinde bu sefer Karahisar-ı Şarki sancağının Mesudiye, Aybastı, Koyulhisar, Gölköy ve İskefsir (Reşadiye) kazalarından ve kazalara bağlı köylerden şikâyetler gelmeye başladı. Küçük Ali, kendisinin Sivas valisi tarafından mübaşir tayin edildiğini söyleyerek çeşitli bahanelerle bölgeden para topluyordu. Yaptıklarına karşı gelenleri ise Sivas Kalesi'ne hapsediyordu. 1762 yılına gelindiğinde ise halktan salyane adıyla zorla para toplayıp vermeyenleri ise on iki boyunduruklu zincire vurduruyordu.
Ayrıca bu hadiselerde Niksar kadısı Mehmed Feyzi Efendi ile birlik olduğu da şikâyetlerde ifade ediliyordu.
Niksar sakinlerinin şikâyetiyle Sivas'ta yargılanması istense de sonuç alınamadı. 1762'de çıkarılan emirle harekete geçen Sivas Valisi Çeteci Abdullah, eşkıyayı mahkemeye getirdi. Ancak eşkıya firar etti. Keş Deresi'ne kaçan eşkıya tekrar insanlara zulmetmeye başlamışlardı. Niksarlılar'ın şikâyetleri neticesinde Sivas valisine tekrar emir gönderildi.
ÖLÜMDEN KAÇAMADI
Küçük Ali 1762 yılının sonlarına doğru Karahisar-ı Şarki'de etkinliklerini iyice artırdı. Hatta bölgeyi kendi adamları arasında taksim etmişti. Buna göre, İskefsir (Reşadiye) kazasını bölükbaşılarından Topal Bekir oğlu Kör Osman; Milas kazasını Paşa Hüseyin, amcası Hacı Halil, Serdar oğlu Bekir, Rüstem oğlu Ali ve Kel Mehmet; Koyulhisar kazasını İbrahim; Aybastı kazasını bölükbaşısı Ağacık Mehmet ve Arpacı oğlu İbrahim; Karakuş kazasını ise bölükbaşılarından Bacaksız Hüseyin ele geçirmişti.
Niksar'a kışlamak için gelen konargöçerlere saldırıp, kadınlara tecavüz etmeleri, altı kişiyi öldürüp 15 bin kuruşluk hayvan ve eşya yağmalamaları Küçük Ali ve yanındakilerin son eşkıyalığı oldu. Şeyhülislam Dürrizade Mustafa Efendi tarafından yakalanmaları için fetva da verilen Küçük Ali ve avanesi 1763 yılında yakalanıp öldürüldü.