Osmanlı döneminde hekimler, devlette görev yapan "hassa hekimler" ve serbest çalışan "esnaf tabipler" olmak üzere ikiye ayrılırdı. Tabiplerin görevi Allah'ın kulları olan bütün insanların hastalıklarına deva aramak için hastalara bakmak ve ilaç yapmak olarak izah edilirdi. Osmanlı hekim teşkilatıyla ilgili Nil Sarı, Ali Haydar Bayat, Ayten Altıntaş ve rahmetli Halil Sahillioğlu'nun araştırmaları vardır.
DENETLEMEYİ HEKİMBAŞI YAPIRDI
Hekimbaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nda sağlıkla ilgili bütün işlerin amiriydi. Resmi kayıtlarda hekimbaşı yerine daha çok "ser etibbâ-i hassa" ve "reisü'l-etibbâ" isimleri kullanılmıştır. Hekimbaşılar, ilmiye sınıfından, tıp ilmini bilen kişilerden seçilirdi. Osmanlı devlet teşkilatında görev yapan hassa hekimleri, cerrahlar ve "kehhal"lerin (göz doktoru) tayin ve azilleri ile ücretlerinin artırılması, hekimbaşının arzı ile olurdu. Ayrıca imparatorlukta serbest olarak çalışan hekimlerin denetimi de hekimbaşının vazifesiydi.
Hekimbaşı
İzin ve ruhsatı olmayan tabiplerin hasta bakmaları yasaktı. Hekimbaşı ve cerrahbaşı İstanbul'daki doktorları imtihandan geçirirdi. İstanbul dışında ise, darüşşifa olan beldelerde darüşşifa tabipleri, darüşşifası olmayan yerlerde de oradaki askeri doktorlar, hekimleri sınav yaparlardı.
Sahte hekim, cerrah, göz doktoru ve sünnetçiler, halk sağlığını tehdit eden en önemli problemlerden biriydi. Sahtekârları durdurmak için hekimbaşı, cerrahbaşı ve kehhalbaşı tarafından teftişler yapılıyor, cerrah ve hekimlere yapılan bir imtihanla dükkân açma izni veriliyordu. Hatalı sünnet yapan sünnetçi tazminat ödüyordu.
Sahte doktorları, şarlatanlık yapanları ve görevini kötüye kullanan hekimleri, hekimbaşı, kadı ve muhtesip denetler ve takip ederdi. Nitekim kanunnamede "Ve dahi hekimlere ve attarlara ve cerrahlara muhtesibin hükmi vardır görse gözetse gerektir" denilirdi.
ZEHİRLEYİCİ MÜSHİL VERDİLER
Kanuni'nin oğlu II. Selim döneminde sahte doktorlarla ilgili şikâyet artmıştı. İstanbul'da cerrah, kehhal ve tabibim diye gezip, çarşı ve pazarlarda insanları etraflarına topluyorlardı. Daha sonra da lafla reklam yaparak para kazanmak için halka tıp ilmine aykırı ve bilgiye ters düşen öldürücü şerbetler ve zehirleyici müshiller veriyor, insanın bünyesine uygun olmayan yaralar açıp, gözlere dahi usule uygun olmayan şekilde otlar koyup insanların mallarına ve canlarına zarar veriyorlardı.
II. Selim, 22 Eylül 1573'te hekimbaşına gönderdiği fermanda sahte doktorlarla ilgili şunları emretmişti: "Yüce eşiğimizde hekimbaşı olan, Garsüddinzâde Muhyiddin mektup göndererek, İstanbul'da ve imparatorluğun başka yerlerinde kimi insanlar tabibim, cerrahım ve kehhalim diye dolaşıyor, hengame kuruyor (reklamla insan topluyor), dükkânlarda oturup para koparmak için tıbba aykırı ve hikmete muhalif (bilgiye ters) öldürücü şerbetler ve zehirleyici müshiller veriyor, alışılmadık yararlar açıyor ve gözlere dahi usulsüz bir yaklaşım ile zararlı otlar koyarak Müslümanların mal ve canlarına kastediyorlar, zarar veriyorlar.
Bundan böyle hekimbaşı bizzat bunları görüp sınavdan geçirmedikçe ve hallerine göre tedavi edebilecekleri hastaları belirleyerek tedavi etmelerine icazet vermedikçe bunlar gibileri sergide ve dükkânda oturup hengâmegirlikle Müslümanlara aykırı otlar vererek bunlara zarar eriştirmemek üzere uyarılmaları gerekir diye bildirdi. Şimdi cahil olan bu gibi insanların Müslümanlara zarar eriştirmeleri uygun değildir. Buyurdum ki ferman size varınca bu tür işler yapanları sıkı bir şekilde uyarın ki hekimbaşı bunların bilgi derecelerini sınayıp ne güçleri ve ne marifetleri olduğunu bizzat kendi sınav sonucu belirleyerek, bilebildiklerince ve güçleri yetebildiğine göre tedavi ruhsatı vermedikçe çarşılarda ve toplanma yerlerinde ilaç dedikleri şeyleri sergileyerek ve başlarına insanları toplayarak paralarını almak için, Müslümanlara ne buldularsa vermesinler, yaraya ve göze, danışmadan olur olmaz otu koymasınlar.
Uyarılara kulak asmayıp ruhsat almadan ve imtihandan geçmeden kendi kendilerini tabip diye reklam edenleri, Müslümanlara tıbba aykırı ilaç verenleri cezalandırasın, ayak direyip karşı gelenleri bildiresin ki şerefli fermanımız haklarında neyi emrederse gereğini yerine getiresin. Bundan böyle bu şanlı emrimle iş görmek için kopyasını mahkeme defterine yazıp bu fermanı aynen kendisinde kalmak üzere veresin."
HER DÖNEM SIKINTI YAŞATTILAR
Aynı gün İstanbul kadısına da bir ferman gönderildi: "Hekimbaşı, cerrahbaşı ve kehhalbaşıların adamlarının size geldiklerini bildiren mektubunuzda İstanbul'da kimilerin cerrah, kehhal ve tabibim diye gezdiklerini, tıbba aykırı müshil ve hikmet uymaz ilaçları verip yaralarına ve gözlerine muhalif otlar koyarak helakine neden olduklarını bildirmişsin. Bundan böyle hekimbaşına, kehhalbaşına ve cerrahbaşına giderek durumunu ve ehliyetini kanıtlayarak kendilerinden bunların güçleri şu tedavileri yapmağa yeter diye izin ve ruhsat almayan olur olmaz kimseler, fuzuli Müslümanları tedaviye kalkmasınlar diye bu konuda ferman verilmesini arzetmişsin. Şimdi bunlar gibi 'İlimlerinde cahil olan kimselerin Müslümanlara zarar eriştirmeleri yakışmaz' denilerek tedbir alması emredilmişti."
Yine II. Selim'in Manisa ve Saruhan sancağı yöneticilerine yazdığı fermanda İstanbul'da yaşananların Anadolu'da da görüldüğü anlaşılıyor: "Manisa'da bulunan darüşşifanın hekimbaşısı, saadetli eşiğimize arzuhal ederek kadılığınızda üstada hizmet etmiş değilken, hekimbaşı vesair üstatlardan icazet almadan biz hekimiz diyerek bazı hasta Müslümanları aykırı ilaçlarla, kimini helak ediyor, kimini helak derecesine getiriyorlar, Müslümanlara zarar verdikleri kadar bunların sanatlarına da gadirlik veriyorlar. Bu gibi insanların hekimbaşına veya başka bir üstada çıraklık yapıp, tedavi hakkını almadan bunların sanatları işlerine karışmaktan menetmek ve defetmek için şerefli emir rica eylediği için hukuka ve kanuna aykırı bunların işlerine karışmamaları için yazılmıştır."
III. Ahmed döneminde 1700 Mayıs'ında İstanbul'da muayenehanesi bulunan tabip ve cerrahlar, kimse ayırt edilmeden hekimbaşı tarafından imtihan edildi. 25 tabip ve 28 cerrah sınavı geçti. Ancak sahte doktor meselesi çözülemedi. Sonraki dönemlerde de devam etti. III. Mustafa, 1768'de Hekimbaşı Mehmed Refi Efendi'ye gönderdiği fermanda, "tıpla alakası olmayıp tabiplik edenlerin, insanların ölümüne sebep olduğu" söylenerek, derhal tedbir alınmasını emrediyordu.
Hekimbaşı Kulesi
ALLAH'IN KULLARINI CAHİLLERİN ELİNDEN KURTARMAK VACİPTİR
PADİŞAH III. Mustafa'nın, Hekimbaşı Mehmed Refi'ye gönderdiği emir: "İstanbul'da bulunan dükkân sahibi olan gerek Müslümanlardan ve gerek Hıristiyan ve Yahudilerden tabip olduklarını ileri sürenleri hassa hekimbaşı olanlar ara sıra imtihan edip, tıpla alâkası olmayıp, tıp ilminde cahil olanları ilaç yapmaktan men etmek ve dükkânlarını kapatmak eski bir kanun olup, fakat bir müddetten beri bazı meşguliyetler sebebiyle ve bazı devlet adamlarının şefaatleri dolayısıyla dükkân açan cahil tabipler, mahlûkatın yaratıcısının emanetleri olan Allah'ın kullarının helak olmalarına sebep oldukları ortaya çıkıp ve bu durumda rica ve şefaatle maksat elde ediliyor diye birer dükkân açıp, onu süsleyip, asla üstaddan tıp ilmini ve sanatını öğrenmeğe dahi rağbet etmemeleriyle, tıp ilim ve sanatının yok olmasına sebep ve Allah'ın kullarının helâkine sebep oldukları, güneş kadar açık ve belli olmasıyla, adı geçen cahillerin ellerinden Allah'ın kullarını kurtarmak vacip olmakla, sen ki adı geçen hekimbaşısın, eski kanun üzere bu durumda olanları imtihan edip, bilgisizliği ortaya çıkanların dükkânlarını kapatıp ve kendilerini Allah'ın kullarına bilgisizce ilaç yapmaktan men edip, gerek devlet adamları ve gerek başkalarından adı geçenlere sahip çıkıp, ricada bulunanları dahi dikkate almamak için sana hitâben fermanım verilmesi konusunda, Şeyhülislâm Mevlânâ Veliyüddin'in işaretleri gereğince amel olunmak konusunda yüce şerefli ferman yazılmıştır (1768).