Osmanlı topraklarında 1812'de başlayıp aralıklarla 1820'ye kadar süren veba, görülen en ciddi salgınlarından biriydi.
Bu salgının büyük miktarda can kaybına sebep olduğu en şiddetli dönemi ise 1812-1814 yıllarında yaşandı.
Tahminlere göre salgın esnasında İstanbul'da 100 bin kişi hayatını kaybetmişti.
Mısır, Selanik, Halep, Girit, Yunan Yarımadası, Balkanlar, Bosna, İzmir ve Anadolu'nun çeşitli bölgeleri başta olmak üzere imparatorluk topraklarının neredeyse tamamı vebanın esiri olmuştu. Genç ve çalışkan tarihçilerimizden Engin Çetin bir araştırmasında salgını teferruatlı olarak anlatır.
HAYALET ŞEHİR
Mısır'da başlayan büyük salgın İstanbul'a Mayıs 1812'de ulaştı. Veba Mısır'dan İzmir'e, İzmir'den de bir tüccar gemisiyle İstanbul'a gelmişti.
İstanbullular, salgın üzerine şehirden uzaklaşmaya çalıştılar. Ancak gitmeye kalktıkları yerlerin ahalisi parayla adam tutup gelenlere silah zoruyla engellemeye uğraştılar.
Vebanın etkisini giderek arttırması sonucu şehirde hayat ve ticaret durma noktasına geldi. Şehrin sakinleri genellikle evlerinden çıkmıyor veya mümkünse kalabalık olmayan ve güvenli kabul edilen bölgelere gidiyorlardı. Böylece resmî bir karantina uygulanmıyor olmasına rağmen insanlar tabiî olarak bir karantinaya gitmişlerdi. Sık sık temizliğe dikkat edilmesine dair emirler gönderildi. Bir süre sonra her Cuma imece usulü temizlik yapılması kararı da verildi. Aynı günlerde vebanın sebepleri arasında görülen bekâr odaları ve fuhuşa karşı savaş açıldı. Sultan, hastalığa yakalananları Üsküdar'da hastanelere taşıtarak, karantina uygulatmıştı.
DİNÎ TEDBİRLER
İnsanlar bulaşıcı bir hastalıkla karşı karşıya olduklarının farkındaydılar ve korunmaya çalışıyorlardı. Bu bakımdan Türklerin dinî taassup nedeniyle vebaya karşı önlem almadıkları yönündeki kanaat doğru olmayan bir önyargıdır. Ancak toplumda bu gibi felaketlerin Allah'ın asi kullarına bir cezası olduğu yönünde bir anlayış hâkimdi. Salgın esnasında camilerde okunması emredilen Ahkaf ve Duhan sureleri rastgele bir tercih olmayıp, Allah'ın verdiği azap ve cezaları ihtiva etmeleri bakımından seçilmişlerdi.
Müslümanların camiye gitmemesi, dedikodu etmeleri, oyun ve eğlencelerle vakit geçirmelerinin başlarına bu afeti getirdiği gerekçesiyle; insanların cemaate devam etmeleri, dedikodu ve boş işleri terkederek Müslümanca bir hayat yaşamaları konusunda emirler gönderildi.
Vebadan kurtulmak için dinî ve ahlakî bozuklukları ortadan kaldırma gayretini tamamlayıcı bir diğer tedbir de duaydı.
İnsanlar tövbe ederek bu hastalıktan kurtulmayı niyaz etmeliydi.
Beş vakit namazın ardından tekbir getirilmesi de vebaya karşı alınan tedbirler arasındaydı. İstanbul ve Bilad-ı Selase'de (Eyüp, Galata ve Üsküdar) sıbyan mektebi hocaları çocukları da alarak yakın bir sahrada zaman zaman dua ettiler. Şehrin surları etrafında ve evlerin çevresinde hatimler okundu. Sultan II.
Mahmud da dualara katıldı. Sultan ayrıca halka bir fermanla İslamiyet'in salgın hastalıkla takınılması gereken tavırla ilgili emirlerini hatırlattı.
1812 sona ererken şiddetini azaltan veba, sert bir kışın ardından 1813 baharıyla birlikte tekrar şiddetlendi. İnsanlar sıranın kendilerine ne zaman geleceğini bekler hale geldiler. Şehrin nüfusunun beşte birinin can verdiği bu büyük salgın, ancak 1814 sonlarından itibaren şiddetini azalttı.
Fakat aralıklarla Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerinde 1820'ye kadar devam etti. Osmanlı coğrafyasında kayıplar tahminen 150 binin üzerindeydi. İstanbul'u yaklaşık 20 bin kayıpla İzmir, 15 bin kayıpla Selanik, 5 bin kayıpla Kahire izliyordu.
Panik yapmadan hayata tutunalım
TARİH boyunca çok büyük salgınlar oldu. Salgınlar aniden ortaya çıkıp, hızla yayıldı ve bir süre sonra inişe geçerek bitti. Ancak arkasında bıraktığı ölümlerin dışında ülkelerin ekonomik ve sosyal yapılarında çok büyük tahribatlar yaptı. Bu yaşadığımız durum dünyanın son asırlarda yaşadığı en büyük buhran. Buna dikkat ederek aldığımız önlemleri öncelik sırasına göre artırmamız lazım. Salgın geçtiğinde tutunacağımız bir hayatın olması gerekiyor.
1- Sanki gökyüzünde Azrail var ve dışarı çakan herkesi öldürüyor gibi bir havaya girildi. Böyle bir şey yok. Ancak insanlar salgından değil, panik ve korkudan daha büyük zararlar görüyorlar. Bu yüzden ilk olarak panik, endişe ve kaygılarımızı azaltmalıyız.
Söylenilen tedbirlere uyulduğunda salgının yayılması çok kısa sürede yavaşlar.
Ancak depresyon herkesi perişan edecek. Burada göreceğimiz psikolojik, sosyal ve toplumsal yıkım salgının verdiği zararın çok ötesine geçebilir.
2- Sokağa çıkan ölecek gibi bir hava yaymamak lazım. İnsanlar korku ve endişeye sevkediliyor.
65 yaş altındakiler evde kalıp, gerektiğinde mümkün olduğu kadar az sokağa çıkıp, çıkıldığında söylenen uyarılara dikkat edip, toplu olarak bir araya gelinmeyip, insanlarla 1.8 metrelik temas mesafesi koruduğunda ortaya çok büyük problemler çıkmaz. Ancak hayat tamamen durup, ekonomi çöktüğünde on milyonlarca insan bunun altında kalır.
3- Televizyonlara her gün doktor ve gazetecilerin çıkıp salgını saatlerce tartışmaları yasaklanmalıdır. ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde böyle televizyon programları var mı? İnsanlar devamlı olarak bu tür programları takip ettiği için bunalıma giriyorlar. Günlük en fazla bir saat bilim kurulu üyeleri çıkıp, salgın konusunda gazetecilerinin sorularını cevaplandırması yeterli olacaktır.
4- Bilim kurulu devamlı sorulan sorular (virüs havada asılı kalır mı vs.) için bir el broşürü hazırlamalıdır.
5- Bazı siyasetçi ve bürokratların kendi şovlarını yapmak için şunu yaptık, bunu yaptık diye çoğu zaman yapmadıkları şeyleri yapmış gibi göstererek gündemi devamlı meşgul etmemelerine bir ara vermeleri gerekiyor.
6- Salgından sonra kıtlık yaşanmaması için tarım ve hayvancılıkta çok ciddi tedbirlerin alınması en önemli meseledir. Bunun için de Tarım Bakanlığı'nın aldığı tedbirlere ek olarak illerde valilerin başkanlığında tarım kurullarının kurulması gerekiyor.
Ekilmeyen toprakları ekmemiz ve ithal ettiğimiz ürünlerin gelmeme ihtimaline karşı bu durumu gündeme almamız lazım.
7- Kobiler Türkiye'nin can damarlarıdır. Her hâlükârda ayakta tutulmaları lazım.
8- Eğitim meselesi gerektiğinde yazın veya hafta sonları dersler yapılarak halledilebilir. Bu yüzden meseleyi devamlı gündemde tutmamak gerekiyor.
9- Bilim kurulu üyesi Prof. Dr. Ateş Kara televizyonda normal temizliğinizi yaparsanız problem olmaz diye defalarca belirtti. Ancak buna rağmen temizlik meselesinin abartılması ve bazı yerlerde ne tür dezenfektanlar kullanıldığının belli olmaması yüzünden ilerde çok büyük cilt ve kanser meseleleriyle birlikte tahmin edemeyeceğimiz problemleri çıkabilecek gibi gözüküyor. Bu durumun kontrol altına alınması gerekiyor.
10- Atalarımız bu tür salgınları hastalığı devamlı düşünme stresine girmeden, sabır ve metanetle atlatmışlardır.
Alınan tedbirlere uyup, sabredip, stresi azaltarak metanetimizi koruyarak hep birlikte bu salgını atlatabiliriz.