Bu hafta İzmir ve civarı depremle sarsıldı ve bölgede büyük korkuya sebep oldu. İzmir tarih boyunca birçok kez depreme maruz kalan bir şehirdir. Caroline Finkel-Nicolas Ambraseys'in "Türkiye'de ve Komşu Bölgelerde Sismik Etkinlikler 1500-1800" isimli Türkiye deprem tarihi için son derece önemli bilgiler ihtiva eden eserleri ve yaşayan en büyük Osmanlı tarihçilerinden Mübahat Kütükoğlu hocamızın İzmir'in tarihini anlatan çalışmalarından bu depremleri öğreniyoruz.
BİR LİMAN KENTİ
İzmir, Kanunî döneminin ilk yıllarında 1.300 kişilik nüfusuyla Osmanlı Devleti'nin Anadolu'daki küçük şehirlerinden birisiydi. 17. yüzyılda artan Avrupa ticareti sebebiyle bir liman kenti olarak büyümeye başlayan İzmir, 1659'da 6 bin 600 kişilik bir nüfusa ulaştı. 16. yüzyılda Müslümanlar'ın yanısıra şehirde sadece ufak bir Rum nüfusu varken, 17. yüzyılda gelişen ticaretle birlikte gayrimüslim nüfusu da çeşitlendi, Yahudi ve Ermeniler de şehre yerleşti. Artan ticaretle birlikte İzmir'de birçok konsolosluk açıldı ve Avrupalı tüccarlar İzmir'de yaşamaya başladılar. Gitgide büyüyen İzmir, 19. yüzyılın sonlarında 145 bin kişilik nüfusuyla imparatorluğun en büyük şehirlerinden biri haline geldi.
Avrupalı bir konsolos İzmir Kadısı'nın huzurunda.
1688 DEPREMİ
İzmir, tarihi boyunca pek çok depreme maruz kalmış ve bunların sonucunda da şehir tahrip olmuştur. Tespit edilebilen ilk büyük deprem 178 yılında meydana gelmiş, şehir harabe hale geldiği için yeniden inşa edilmiştir. İkinci önemli deprem 1025 yılındadır. Osmanlı hakimiyeti döneminde de İzmir'de birçok önemli deprem meydana gelmiştir. 1626, 1639, 1653, 1654, 1659, 1664, 1667, 1674, 1676, 1679, 1680 'de depremler olmuşsa da en şiddetli olanı 1688 depremidir.
10 Temmuz 1688'de saat 11.45'de 20-30 saniye kadar devam eden deprem şehirde büyük hasara yol açtı. Denize yakın yerlerde tahribat fazlaydı. Sahil kesimlerinde yer yarılmış, çatlaklardan su fışkırmıştı. Deniz karaya doğru yarım metreden fazla ilerlemişti. İzmir'deki 17 büyük camiden yalnızca 14'ü yıkılmıştı. Birçok kilise de harap olmuştu. İzmir Körfezi'nin girişinde bir yarımadaya inşa edilen Sancakburnu Hisarı yıkılıp, suya gömülmüştü. Hisarın bulunduğu arazi denizin dolmasıyla bir adacığa dönüştü. Depremde ölü sayısı 5.000'den fazlaydı. Depremi yangın felaketi takip etti. İki büyük felaketin ardından şehirde salgın hastalık tehlikesi çıkınca yabancıların bir kısmı şehri terketti. Depremin ardından şehir birkaç yıl içinde yeniden inşa edildi.
19. yüzyılda İzmir
1739 DEPREMİ
1690, 1694, 1702, 1705, 1706, 1707, 1708, 1709,1713, 1716, 1717, 1718, 1723, 1728, 1732 ve 1737'de İzmir'de meydana gelen depremler korku ve hasara yol açtıysa da asıl büyük deprem 1739'da meydana geldi. 4 Nisan 1739'da körfezde meydana gelen deprem şehirde büyük tahribata sebep oldu. Körfez merkezli deprem, hayli şiddetliydi. Depremle birlikte büyük bir gürültü duyuldu ve etrafa pis bir koku yayıldı. Gediz Nehri'nin ağzındaki delta çöktü ve sular altında kaldı. Eski ve Yeni Foça kaleleri, depremden etkilendi. İzmir'in özellikle yabancıların ve gayrimüslimlerin yaşadığı kıyıya yakın kesimlerinde hasar çoktu. Depremde 80 kişi hayatını kaybetti. Artçı sarsıntılar eylüle kadar dinmediği için İzmirliler kışı açık alanlarda geçirdiler. 1739 depremi sonrasında yabancıların ve gayrimüslimlerin yaşadığı bölge yeni bir mimariyle inşa edildi.
İzmir'de meydana gelen depremlerle ilgili bir belge.
1778 DEPREMİ
1745, 1754, 1756, 1760, 1763, 1765, 1771 ve 1778'de İzmir depremle sarsıldı. 1778 depremi şiddetliydi. Bir dizi küçük sarsıntının ardından 16 Haziran 1778'de İzmir'de 5-7 saniye süren bir deprem meydana geldi. Birçok ev ve bazı minareler hasar gördü. Depremin sarsıntısından limandaki gemiler bile hasar gördü. 3 Temmuz'da geceleyin 15 saniye kadar devam eden ikinci deprem, İzmir'de hasarı artırdı. Birçok ev, üç hamam, dört cami yıkıldı. Artçı şoklar devam ederken, 5 Temmuz'da öğle saatlerinde meydana gelen sarsıntı hasar görmüş bina ve duvarları yıktı. 5 Temmuz'daki depremin ardından çıkan yangın hızla yayıldı ve şehrin önemli bir kısmını küle çevirdi. Artçı sarsıntılar aylarca sürdü. 1 Ekim'deki sarsıntıda hasarlı iki cami, beş ev, bir han ve bir hamam yıkıldı. Daha önceki sarsıntılarda fazla zarar görmeyen Avrupalılar'ın yaşadığı kesim bu sarsıntıda oldukça zarar gördü. Artçı şoklar 1779 Şubat'ına kadar sürdü.
Daha sonraki yıllarda İzmir ve civarında 1779, 1785, 1786, 1787, 1798, 1801, 1828, 1846, 1850, 1862, 1873, 1880, 1883, 1889, 1899 ve 1909'da depremler meydana geldi.
İzmir Buca'da bir malikâne.
Mehmet Çebi
ARŞİVLERİMİZ VE MÜZELERİMİZ
Geçenlerde Murat Bardakçı, arşivlerin bölük pörçük olmasının doğru olmadığını bir araya getirilmesi gerektiğini yazdı. Son derece haklı. Türkiye'de arşivler darmadağın ve çoğu arşiv istifade edilemez halde. Birçok arşivde belgeler tasnif edilmemiş halde ve araştırma yapma imkânı son derece kısıtlı. Sadece Osmanlı Arşivi'nde vesikaların önemli bir kısmı tasnif edildi ve rahatlıkla araştırma yapılıyor. Türkiye'de arşivlerde en çok araştırma yapan ve belge kullanan tarihçilerden biri olarak söylüyorum. Yani arşivi gerçek manada bilen birisi olarak. Kırk yılda bir çay içmeye uğrayan birisi olarak değil. Öncelikle bir arşiv kanunu çıkarılması ve ardından başta Topkapı Sarayı Arşivi olmak üzere Askeri Tarih Arşivi, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü gibi arşivlerin Başbakanlık Devlet Arşivleri'ne devredilmesi lazım. Böylece hem belge koleksiyonları bir araya gelecek, hem de tasnif edilmemiş belgeler araştırmacıların istifadesine kısa sürede sunulacak. Bu işin yapılmasının önüne müzemizin bir koleksiyonudur, aman elimizden gitmesin gibi bahanelerle çıkılacağını biliyorum. Ancak örneğin Topkapı Sarayı'ndaki arşiv, saray koleksiyonunun bir parçası değildir. O mantıkla bakarsanız Başbakanlık Devlet Arşivleri'ndeki belgelerin de sarayda saklanması lazım.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılına kadar Esenler'de büyük bir müze yapılması düşünülüyor. Bitirildiğinde dünyada en büyük kapalı alana sahip ve en çok eser sergilenen müze olacak. Müzelerimizin depolarında milyonlarca eşya var. Çoğu sergilenemiyor. Yapılacak yeni ve modern bir müze bu eserlerin günışığına çıkmasını sağlayacak. Müzenin fikir babası ise Türk hattına yeni bir yol çizen ve kendisi de bizzat bir müze sahibi olan Mehmet Çebi. Mehmet Çebi, senelerden beri Türkiye'ye böyle bir eser kazandırılması için uğraşıyor. Ancak içi memleket sevgisiyle dolu olan Mehmet Çebi'ye bu işe ön ayak olduğu için teşekkür edeceğimiz yerde eleştiri ve hakaretler yağdırıldı. Memlekette müzeye ihtiyaç var demenin neresi yanlış. Biz niye yeni müzeler yapmayalım. Bu işi niçin beceremeyelim. Tarihleri bir asra varmamış devletler sahip oldukları kırık-dökük iki-üç parça eserle kendilerine geçmiş yaratmaya çalışırlarken biz geç kalmış bir hizmeti başlatmaya çalışanlara demediğimizi bırakmıyoruz.