Gazze'de katliamı sürdüren İsrail Başbakanı Netanyahu'ya hem kendi ülkesi içindeki hem de uluslararası toplumdaki tepkiler büyüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son günlerde seslendirdiği "gidicisin" değerlendirmesine paralel bir gelişme İsrail muhalefet lideri Lapid'in "Netanyahu'yu değiştirmenin vakti geldi, ulusal bir yeniden yapılan hükümeti kurmamız gerekiyor" açıklamasıydı. 7 Ekim öncesi zaten etkili bir muhalefetle yüz yüze olan Netanyahu içeride Hamas'ın nasıl bu ölçekte bir saldırı yapabildiği ile ilgili ağır eleştiri altında. Dışarıda ise Gazze'de İsrail ordusunun işlediği suçların sorumluluğu onu bekliyor. Netanyahu'nun Gazze'de "soykırım uyguladığına dair delillerin arttığı" yönündeki açıklamalar BM yetkilileri tarafından yapılıyor. Batı toplumlarında yasaklara rağmen Filistin'e sahip çıkan protestolar ilgili hükümetlerin meşruiyetini sorguluyor.
***
Dahası, Amerikan medyasında Biden Yönetiminin Netanyahu'ya laf dinletemediğine ve Gazze'nin geleceğine dair bir plan olmadığına dair yorumlar artmaya başladı. Rusya'nın 7 Ekim sonrasında Ortadoğu'da nüfuzunu genişlettiği uyarıları birçok Amerikan dergisinde yazılıp çizilmeye başladı. Başkan Biden, aşırı İsrail taraftarı politikası sebebiyle gençler, siyahiler ve Müslümanlar nezdinde giderek daha çok eleştiriliyor. Netanyahu'nun dizginlenememesinin ABD'nin küresel liderlik iddiasını zayıflattığı, değer ve norm söylemlerini geçersiz kıldığı ve daha önemlisi Amerikan menfaatlerine zarar verdiği görüşleri öne çıkmaya başlıyor. Batı kamuoyu ise İsrail ve Filistin arasında bölünerek felsefi-siyasal bir krizi deneyimliyor. Gazze'de önemli bir rol üstlenen BM kurumlarının çöküşü ve feryatlarını duymamakta ısrar edenler var. Almanya bu sefalette gerçekten ayrı bir yerde.***
Birçok Avrupa ülkesinde siyasetçiler İsrail'e artık dur deme noktasına gelse de en ısrarlı İsrail destekçisi olarak Almanya öne çıkıyor. Nitekim Almanya Başbakanı Schulz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail eleştirisine cevap verirken şu cümleyi kullanabildi: "İsrail demokrasidir. İnsan haklarına ve uluslararası hukuka bağlı ve buna göre hareket eden bir ülkedir. Bu nedenle İsrail'e yönelik suçlamalar saçmadır." Halbuki BM kuruluşları Gazze'nin "çocuk mezarlığına, cehenneme döndüğünü" söylerken ve sürekli olarak İsrail'in "soykırım uyguladığını" belirtirken Schulz bu cümleleri sarf edebildi. Holokost'un Alman zihnindeki ağır prangasının Filistinlilerin katledilmesini meşrulaştıran sefaletine diğer bir örnek de Frankfurt okulunun önde gelen filozoflarından Habermas'tan geldi.***
Habermas, üç Alman aydınla birlikte "İsrail'in meşru müdafaa hakkını savunan, Gazze'de yaşananlara soykırım denmesine karşı çıkan, İsrail'i korumanın Almanya'nın demokratik ethosunun gereği olduğunu" iddia eden bir bildirinin altına imza koydu. Habermas'ın İsrail işgalini hiç anmayan bildiriye imza atması Yahudilerin savunulması olarak değil aşırı sağcı Netanyahu hükümetinin savunulması olarak algılandı. Britanya Sosyalist İşçi Partisi'nin Merkez Komite üyesi Alex Callinicos, "İsrailli bakanların soykırım niyetlerini sürekli ilan etmelerine rağmen" Habermas ve diğer üç filozofun "İsrail'in soykırımsal niyeti bulunmadığını" söylemesini "eleştirel teorinin resmi ölümü" olarak nitelemiştir. Neyse ki Batılı hükümetlerin katliama sessiz kalan utanç verici hallerine karşı Londra'da, Paris'te ve diğer Avrupa kentlerinde Filistinliler için meydanlara çıkan vicdanlı insanlar var da "Batı'nın tümüyle resmi ölümünü" ilan etmiyoruz.