Rusya'nın Ukrayna'yı işgali uluslararası dengeleri yeniden şekillendiriyor. Bu yeni dönemde Türkiye aktif ve etkin diplomasisiyle öne çıkıyor. O kadar ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı sürekli "sultan" olarak resmeden Batı medyası, Türkiye ile işbirliğinin ne kadar gerekli olduğunu üzülerek yazmaktan geri duramıyorlar. Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk, Karadeniz'de tahıl koridoru ve NATO'nun İsveç ve Finlandiya'yı üyeliğe alması konularında gözler hep Erdoğan'a dönmek zorunda kaldı. Madrid Zirvesi'nden Türkiye'nin taleplerini kabul ettirerek başarıyla dönen Erdoğan, önceki gün İtalya Başbakanı Draghi ile görüştü. Ticaretten enerjiye, göçmenlere, Ukrayna'ya, tahıl ve savunma sanayii konularına kadar geniş bir ikili işbirliği masadaydı. İtalyan basınında Erdoğan-Draghi görüşmesinin olumlu ivmesinden hoşnut olmayan yazılar gördüm. Aslında Erdoğan'ın diplomasi sahnesinde ilgiyi üzerinde tutabilmesinin Avrupa medyasının genelinde kıskançlıkla karşılandığını söyleyebilirim. Dışlanmasını istedikleri bir aktörün Avrupa'nın güvenliği ve refahı ile ilgili konularda bu denli belirleyici konuma gelmesinin rahatsızlığını yansıtıyorlar. Bu yaklaşım Türkiye'nin dış politikasını ve sergilediği stratejik aklı anlayamamakla malul. Gerçi bizim muhalefet de benzer hastalığa duçar.
***
Erdoğan, yirmi yıldır uluslararası sistemin gidişatını çok aktif şekilde izleyen ve güç boşluklarını öncesinde sezerek inisiyatif alan bir lider. Dört ABD başkanı ve isimlerini sıralamanın zor olacağı çok sayıda farklı Avrupa siyasetçisi ile müzakere yapma tecrübesine sahip. Yine Erdoğan, Putin ile müstesna bir ilişki yürütüyor. Malum, Türkiye son yıllarda Rusya ile menfaatlerinin ters düştüğü birçok alanda yüzleşiyor. Suriye, Libya, Karabağ ve Ukrayna ilk akla gelenler. Ancak lider diplomasisiyle enerji başta olmak üzere birçok alanda işbirliği de yapabiliyor. Bu müstesna ilişkiyi Batı başkentleri anlamakta zorlanıyor. Kimi zaman Erdoğan-Putin ilişkisini Batı ittifakının aleyhine olmakla eleştiriyorlar. Kimi zaman da Ukrayna krizinde olduğu gibi, Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkinin Avrupa'nın güvenliği için önemini vurguluyorlar. Türkiye bu noktaya kolay gelmedi.***
Yunanistan Başbakanı Miçotakis, bu gerçekliği kaçıran siyasetçilere bir örnek. Son yıllarda Türkiye'nin gerginlik yaşadığı İsrail, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de izole edebileceğini düşündü. Fransa ve ABD ile geliştirdiği yeni savunma ilişkisi üzerinden Batı ittifakı içerisinde Türkiye'yi baskılayabileceğini sandı. Ankara, normalleşme politikasıyla bu çabaları boşa çıkardı. Ukrayna Savaşı da Türkiye'nin Batı için stratejik önemini yeniden öne çıkardı. Ancak Miçotakis'in asıl hatası işte bu noktada gösterdiği telaşla başladı. Önce Erdoğan'ın kendisine uzattığı normalleşme elini sıktı ve ikili ilişkilere üçüncü tarafları sokmamakta anlaştı. Sonra Washington'a giderek Türkiye'ye F-16'ların verilmemesi için uğraşarak Erdoğan'ın haklı tepkisini çekti. Türkiye ve Yunanistan'ın seçimlere gittiği bir dönemde aradaki gerginliği yönetmek kolay olmayacak.***
Son bir ipucu da Türkiye ile normalleşme yürüten ülkelerin tecrübe ettiği realiteyle ilgili. Türkiye, dostluğu ve hasımlığıyla gerçek etki oluşturan bir güç. Gerginliği de işbirliğini de sahici bir düzlemde yürütüyor. İhtiyaç duyulan dönemde Ankara elinden gelen imkânı seferber ediyor. Körfez ülkeleri, 2017 Katar ablukası sırasında Ankara'nın Doha'ya nasıl sahip çıktığını gördüler. Aynı etki, 2019 ve 2020'de Libya'da tekrar etti. Ve 2020'deki 2. Karabağ Savaşı'nda Türkiye'nin Azerbaycan'a desteği bu etkinin zirvesi oldu. Normalleştiğimiz ülkeler için bu örnekler Türkiye'nin dostluğunun ne kadar etkili ve değerli olduğunu gösteriyor.