Biz içeride ekonominin gidişatını tartışırken Türkiye'nin dış politika hamleleri uluslararası medya tartışmalarının gündeminden düşmüyor. Son bir yılda ağırlık verilen normalleşme arayışı, Kafkaslar ve Orta Asya Cumhuriyetleri ile entegrasyon çabası, BAE ile yakınlaşma, Türk SİHA'larının dünyada gördüğü ilgi, 3. Türkiye-Afrika Ortaklığı zirvesi ve Ermenistan ile yeni bir dönemin başlatılma gayreti öne çıkan konular. Bu konular etrafında Türkiye'nin ne yapmaya çalıştığına dair bir tanımlama kampanyası yürütülüyor. Ankara'nın Kafkaslar'daki faaliyetleri Rus ve İran medyasında "Turancılık" ya da "Yeni Osmanlı" endişesi ile karşılanıyor. Afrika ülkeleri ile derinleşen ortaklığımız Fransız ve Alman medyasında "Türk sert gücünün yayılması" olarak değerlendiriliyor. Körfez ülkeleri ile normalleşme bazı çevrelerce "İhvan'ı satmak" olarak görülüyor.
AB Konseyi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmuş olarak kalmasına karar verdiğinde bazıları hemen Türkiye'nin Avrupa'dan uzaklaştığını, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Batı karşıtı" politika yürüttüğünü öne sürüyor.
Bütün bunlara bir de Türkiye'nin Batı'dan koparak "yalnız kaldığı" efsanesini ekleyin. Anlaşılan, son beş yıldır Türkiye'nin sert güç kullanımını da içeren pro-aktif dış politikasını anlamlandırmada ezber ve ideolojik söylemlerden kurtuluşumuz yok. Yine de Ankara'nın dış politika tercihlerini rasyonel düzlemde anlamak isteyenler için bazı hususları netleştirmekte fayda var.
GÜÇ BOŞLUKLARINI DOLDURMA MECBURİYETİ
AK Parti dönemi dış politikası insani değerlere önem veriyor, ancak bu öz, uluslararası ilişkilerin pragmatik ve rasyonel hesaplara dayandığı gerçeğine sıkı sıkıya bağlı. Rekabet dünyasının dönemsel gerilimlerini ve meydan okumalarını dinamik şekilde karşılaması, diplomasiyi öncelemediği anlamına gelmiyor. Normalleşme politikamız, karşımızdaki aktörlerle birlikte değişen koşullara uyum sağlamaktır. Zaten olmayan ideolojik angajmanları terk etmek ya da birlikte çalıştığımız partnerleri satmak değildir. Ticari işbirliği ve ortaklık arayışlarımız da emperyal amaçlı değil. Gerçi Türkiye'nin büyüyen nüfuzunun birtakım yerleşik çıkarları rahatsız ettiği kesin. Ancak Türkiye'nin asıl derdi, etrafındaki bölgelerdeki güç boşluklarına cevap üretmek. Bu boşlukların nasıl insani dram, mülteci akını, terör ve vekâlet savaşları sarmalı olarak ülkemizi tehdit ettiğini yakından gördük.
Bu mecburiyet Ankara'yı 2016'da Suriye'de sert gücünü kullanmaya yöneltti. Aynı durum Libya ve Doğu Akdeniz'de gerçekleşti. Ne Afrika'daki artan varlığımız ne de Kafkaslar ve Orta Asya ile artan bağlarımız "Yeni Osmanlıcılık" benzeri bir ideolojik dış politika tercihi ile anlaşılamaz. Elbette, tarihi ve kültürel bağlar ortada ve daha da derinleşmeli. Çok boyutlu düzlemde yürütülen milli çıkarlarımız "spesifik bir ideolojik tercihe" ya da "bloğa" endekslenemeyecek kadar karmaşık ve dinamik. Bunu fark eden aktörler (Rusya gibi) Türkiye ile daha iyi çalışabiliyorlar. Bakmayın Rus medyasının alarm verici söylemlerine; Kremlin sözcüsü Peskov geçenlerde Ankara'nın Kafkaslar'da üstlendiği rolü "Yeni Osmanlı imparatorluğu olarak görmediğini" söyleyerek Rus elitinin gerçek algısını gösterdi.
ERDOĞAN, BATI KARŞITI MI?
İçeride ve dışarıda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "AB'den uzaklaşma ve Batı karşıtı" olmakla eleştiren gruplar var. Evet, Erdoğan, Batı hâkimiyetindeki uluslararası düzeni eleştiriyor. Ancak "daha adil bir dünya mümkün" eleştirisi aynı zamanda Çin ve Rusya'yı da içeriyor. ABD ve AB'nin Türkiye'ye yönelik dayatmalarına karşı çıkarak eşit/adil ilişki kurulmasını istemek ve milli çıkarlarımız için gerekirse gerilimi göze almak "Batı karşıtlığı" olarak nitelenemez. Batı başkentlerinin sadece PKK-YPG ve FETÖ'ye verdiği destek bile Türk kamuoyunun Batı'yı sert şekilde eleştirmesi için yeterli. Yine, 2007'den itibaren AB üyelik sürecini durduran ve Yunanistan ile Güney Kıbrıs'ın maksimalist taleplerini bize dayatan AB oldu. Arap isyanları dahil bölgesel türbülansta Ankara'yı Suriye'deki milli güvenlik çıkarları dahil birçok alanda yalnız bırakan AB ve ABD oldu. 2016 darbe girişimi karşısındaki samimiyetsizlikten hiç bahsetmeyelim. Erdoğan, Batı karşıtı falan değil, sadece Türkiye'nin milli çıkarlarını tanıyan yeni, eşit bir ilişki istiyor.