Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta sonu Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın 15. Zirvesi için Aşkabat'taydı. "Birlikte Geleceğe" teması ile düzenlenen zirvede 2025 vizyon belgesi ve ticareti 100 milyar dolara taşıma hedefi öne çıktı. Zirve konuşmasında Türkiye'den Azerbaycan, İran, Orta Asya ve Pakistan'a uzanan ulaşım hatlarına dikkat çeken Erdoğan, ticaretin yanı sıra terörle mücadeleye, bölgesel işbirliğinin ve mülteci krizinin önlenmesi için Afgan ekonomisinin ayağa kaldırılmasına vurgu yaptı. Türkmenistan dönüşü uçakta arasında olduğum gazetecilerle sohbetinde Erdoğan, son dönemde Türk Cumhuriyetleri liderleri ile artan buluşmalarından duyduğu memnuniyeti gizlemedi. 12 Kasım'da Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda yapılan Türk Devletleri Teşkilatı sekizinci zirvesini de hatırlatarak Türk Cumhuriyetleri ile artan işbirliğini şu cümlelerle övdü: "... Dünyada çok farklı bir oluşumu gerçekleştirmeye doğru gidiyoruz. Bunlar tabii bizim için hakikaten gurur vesilesi oluyor. 2013 senesinde benim bir ifadem vardı, '21. yüzyıl Türkiye'nin yüzyılı olacak' demiştim. Bu aynı zamanda tabii dünyada Türklerin böyle bir yüzyılı inşa edeceklerinin bir ifadesiydi. Biz bunu şu anda yakalamış vaziyetteyiz."
TÜRKİYE'NİN ARTAN İLGİSİ
Ankara son dönemde Kafkaslar ve Orta Asya hattına özel bir önem veriyor. Bu ilginin bölgede karşılık bulmasının ve Türk Cumhuriyetleri arasında entegrasyon hareketinin hızlanmasının arkasında değişen jeopolitik gerçekler var. Entegrasyon arayışında tarihi, kültürel ve etnik bağların yardımcı olduğu doğruysa da asıl etken ideoloji (milliyetçilik, Turancılık) değil. Dağlık Karabağ zaferinin ve ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin getirdiği değişim öne çıkmakta. Malum, ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi sonrasında Taliban'ın hızla iktidarı ele geçirmesi Orta Asya bölgesinde yeni bir güç denklemi oluşturdu. Taliban'ın zaferinin radikal hareketleri ve terörü teşvik etme ihtimali Afganistan'a komşu ülkeleri endişelendiriyor. Bu endişenin Türk Cumhuriyetleri'nin Türkiye ile yakınlaşmasını hızlandırdığı söylenebilir. Ayrıca, bölgede etkin Türkiye, Rusya'nın da dengelenmesine katkı sağlar. Türkiye'nin Rusya ile Kafkaslar'da rekabet-işbirliği denkleminde yeni bir ilişki tarzını götürebilmesi istikrar oluşturucu bir faktör olarak görülmekte. Bu itibarla Ankara'nın Kafkaslar ve Orta Asya'ya artan ilgisini Rusya'ya ya da İran'a karşı görmek doğru değil. Nitekim, son dönemde Rus medyası "Türkiye, eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde nüfuz oluşturuyor, neredeyse içişlerimize müdahale edecek" söylemleriyle dolu olsa da Erdoğan, Türk dünyasındaki entegrasyonu Rusya'yı rahatsız edecek bir husus olarak görmüyor.
Putin ile yürüttüğü lider diplomasisini hatırlatıyor. Yeni bir düzensizliğe giden dünyada Kafkaslar-Orta Asya hattında istikrarın, ticaretin ve güvenliğin sağlanması hem Rusya ve Türkiye hem de diğer bölge ülkelerinin lehine. Orta ölçekli güçlerin etraflarındaki krizlerde inisiyatif alması ve işbirliği hamlelerinde bulunması gereken bir dönemdeyiz. Bunu ilk gören ülkelerden birisi Türkiye.
GELENEKSEL DIŞ POLİTİKA...
Türkiye ve BAE arasındaki normalleşmeyi geleneksel dış politika yaklaşımına dönüşün zorunluluğunun işareti olarak okuyanlar oldu. Gerilimlerde diplomasiyi öncelemek vazgeçilmez bir yöntem. Ancak "herkesle görüşelim kimseyle gerilmeyelim, müzakere edelim" demek milli çıkarları korumak için yeterli değil. Maksimalist taleplerle gelenlerle mücadele kaçınılmaz. Normalleşme, güç denkleminin değişmesi ve rekabet halindeki güçlerin sınırlarını görmesi ile olur. Türkiye, Suriye, Libya, Dağlık Karabağ ve Doğu Akdeniz'de sert-yumuşak güç kullanarak etki oluşturdu. Bu altyapının BAE dahil diğer aktörleri yeni hesaplamalara ittiği açık. Büyük güçler rekabetinin yoğunlaştığı bir dünyada gerektiğinde sert güce başvuramayan bir dış politika realist bir seçenek oluşturmuyor.