Bütün ölümler hüzün verir. Ama sevdiklerimizin ve ait olduklarımızın gidişi daha bir sarsar bizi. Dünya hayatının geçici olduğunu yakından hissetmek ile devam eden bir imtihanın içinde olmanın çelişkisini yaşarsınız. Düşünce serüvenimdeki büyük ustalardan birisi olarak gördüğüm Sezai Karakoç'un vefatı bu duyguları yeniden yaşattı bana. "Ne olacak Türkiye'nin hali" derdine düştüğüm 1980'li yıllarda fikirleriyle tanıştım. "Diriliş" çağrısı ile çağının insanlarına ve Müslümanlarına hem mücadele duygusu hem de yeni bir evrensellik iddiasına taşıyacak özgüveni aşılayan bir muzdarip aydındı. Lise yıllarımda Diriliş yayınevinde tanışma fırsatı bulduğum Karakoç, sade yaşam tarzı ile gündelik hayatın tüketici konforuna isyan eden bir sufiydi. "Medeniyet tezi" ile Doğu halklarının ve İslam dünyasının dirilişi için çabalayan bir dava adamıydı. Sanat, düşünce ve siyaseti birleştiren bir hayat sürdü. Mehmet Akif Ersoy'un milletin ve ümmetin talihiyle dertlenmesini kendisine yol edinenlerdendi. Artık Karakoç, "yerleşecek yer aramadan," Doğu'nun yedinci oğlu olarak yaşadı ve her gün, "gün doğmadan Şehzadebaşı'nda" olacak. Fikirlerinin kısa bir özetine bu köşede yer vermenin Karakoç'un anısına en uygun şey olduğu kanaatindeyim.
"DİRİLİŞ" DAVASI VE "MEDENİYET TEZİ"
Cumhuriyet dönemi İslamcı düşüncesinin önde gelen birkaç isminden birisi olarak Karakoç'un yazdıklarında merkezi kavramlar "diriliş" ve "medeniyettir." Dergisinin, yayınevinin ve kurduğu partinin isimleri de dâhil olmak üzere, "diriliş" kelimesi Karakoç'un düşüncesi ile neredeyse özdeştir. "Hakikat medeniyetinin dirilişi" hem insanlığın hem İslâm dünyasının hem de Türkiye'nin kurtuluşu için tek çaredir. Aslında diriliş, tarihin kanunudur: "Doğum ve ölüm, hayatın birer yüzüdür. Ama diriliş, doğumla ölümün bir araya gelişinden doğan asıl hayattır." Karakoç'a göre Müslümanlar lafzi Müslümanlıktan sıyrılmalı ve doğunun ve batının iyiliklerini, güzelliklerini ve hakikatini kendilerinde birleştirerek insanlığın, hakikat medeniyetinin dirilişini sağlamakla yükümlüdürler. Diğer merkezi kavram medeniyeti ise "bir ideali olan insanların büyük fedakârlıklarla gerçekleştirdikleri bir harekettir" olarak tanımlar. Karakoç, ırkçı ve maddeci medeniyet okumalarını reddeder. Medeniyeti insanlığın maddi ve manevi tüm yönlerini kuşatan bir olgu olarak görür. İnsanlık tarihini de farklı medeniyetlerin etkileşimi ve mücadelesi olarak okur. Medeniyet ideali sadece İslâm'a ya da Batı'ya has değildir, tüm insanlığın ortak bir özelliğidir. Bu değişmeyen ortak temel ise insanlığın bir gün hatırlayacağı vahiydir. Zaten insan Tanrı'nın kendisinden istediği varlık olabilme idealini gerçekleştirmeye çalışırken medeniyeti üretmiştir. Evrenselliğin özünü vahiy olarak gören Karakoç, bu özün İslâm medeniyetinin dirilişi ile insanlığa kurtuluş getireceği görüşündedir. O'na göre İslâm, Arap düşüncesine açılmak değildir; tüm insanlığın malı olan ve ilk insanla başlayan en mükemmel hakikat medeniyeti formudur. Aslında Karakoç'un öne çıkardığı "İslâm medeniyeti" söyleminin Osmanlı son döneminden günümüze Türkiye İslâmcılığında (Nurettin Topçu ve İsmet Özel hariç) hâkim bir çizgi oluşturduğunu söyleyebiliriz. İslâm medeniyeti kavramı, Batı'dan öğrenme ile İslami değer ve kurumların ihyasını sentezlemiştir. Kemalist batılılaşma projesinin "tek medeniyet Batı'dır" argümanına karşı çıkmıştır. Ayrıca, Batı modernitesine alternatif bir model oluşturmanın adresi olmuştur. Kuşkusuz "diriliş" etrafında bunu en iyi teorileştiren isim de Sezai Karakoç'tur. Kendisi ahirete irtihal eylese de fikirleri yeni dirilişlere ilham olacaktır. Ruhu şad olsun; milletimizin başı sağ olsun.