Ortadoğu'da normalleşme rüzgârı esiyor. Önce Körfez ülkelerinin Katar ablukasını sona erdirmesiyle başladı. Peşinden Biden yönetiminin İran ile 2015 nükleer anlaşmasına dönme arayışı ile devam etti. Viyana'da 4. tur görüşmeleri sürüyor. Hava olumlu, iki tarafın birlikte tavizler vermesiyle anlaşmaya dönülmesi şaşırtıcı olmaz. Daha sonra Türkiye ve Mısır arasında Doğu Akdeniz ve Libya merkezli olarak ilişkileri toparlama arayışı gündeme geldi. Kahire'den dönen Türk heyeti kapsamlı ve samimi görüşmeler gerçekleştirildiğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk ve Mısır halkları arasındaki tarihi bağlara değinerek bu sürecin "genişletileceğini" ifade etti. Kahire ile normalleşmenin Ankara ve Abu Dabi arasında yeni başlangıç isteği ile uyumlu olduğu biliniyor. Yine, Erdoğan'ın Kral Selman ile telefon görüşmesinden sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 11 Mayıs'ta Riyad'a gidecek. Bu arada Veliaht Muhammed bin Selman'ın geçtiğimiz haftalarda, İran ile "seçkin ilişkiler kurmak" istediğini söylemesi hafızalarda. Bu istek Tahran'dan olumlu cevap gördü. Son değerlendirme eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'dan geldi.
Ahmedinejad'ın önerisi
Ahmedinejad'a göre, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan birlik içinde hareket ederse bölgenin çehresi değişir. 3 ülke arasındaki ortak paydaların ihtilaflı konulardan onlarca kat fazla olduğunu iddia etti. Ahmedinejad'ın önerisi bana Arap isyanları sonrası yaygın bir argümanı hatırlattı: "Bölgesel güçler bir araya gelerek Ortadoğu'da düzen kursun, bu bölge dışı güçlerin müdahalesini önleyecektir." Bu imkânın Körfez'in Arap halklarının demokratik taleplerini bastırmasıyla ve İran ile Suudi Arabistan-BAE hattı arasındaki kutuplaşmayla heba edilmesine tanık olduk. Tahran, Şii milisleri marifetiyle Suriye, Irak ve Yemen'in kaos ve savaşa sürüklenmesinin sorumluları arasında. Elbette Ahmedinejad'ın önerisi doğrudan "bölge ülkeleri düzeni kursun" iddiasında değil. Ancak İran, Suudi Arabistan ve Türkiye'nin bir araya gelmesi bahsettiğim eski fikrin özü. Ya da o fikrin İsrail'i dışarıda bırakan versiyonu. Bu önerinin önünde üç temel sorun var.
Bölgesel güçlerin işbirliği mümkün mü?
İlki, bu üç başkentin normalleşerek işbirliğine yönelmesi Tel Aviv'i çok rahatsız eder. İbrahim Anlaşmaları sayesinde Arap ülkeleri ile normalleşmede önemli mesafe kazanan İsrail, Körfez ülkelerinin İran ile yakınlaşmasını önlemek için her şeyi yapar. 2030 yılında İran'ın nükleer güç olacağını hesap ediyor ve bunu bir kâbus senaryosu olarak görüyor. İkincisi, Tahran'ın bölge başkentlerine güven vermesi çok zor. Zira Washington ile normalleşmenin kendisine açacağı geniş alanı sonuna kadar kullanacağını herkes tahmin ediyor. Üçüncüsü, bölge dışı ülkelerin nüfuzunu ve çıkarlarını yönetmek kritik bir meydan okuma. Bölgeden çekilse de ABD, daha aktif olma arayışındaki Rusya ve Çin, bu üç başkentin bir araya gelmesine sıcak bakmaz. Bu sebeplerle Ahmedinejad'ın asıl derdi Tahran ile Washington arasındaki normalleşmesinin diğer bölgesel güçleri birbirine yakınlaştırmasının engellenmesi. Riyad ve Tahran arasındaki gizli görüşmelerden nitelikli bir sonuç çıkmazsa, Riyad'ın Ankara ve Tel Aviv ile daha nitelikli görüşmelere geçme imkânı var. Kuşkusuz, Ortadoğu'daki bölgesel güçlerin Arap isyanlarından bu yana geçen on yılda yaşadıkları sert rekabetten yorulmuş olmaları ve ikili ilişkileri toparlama arayışına girmesi olumlu bir gelişme. Herkes birbirinin elini kolluyor. Evet, Riyad, Yemen iç savaşından yorgun, 2030 vizyonuna odaklanmak istiyor. Tahran, Washington ile normalleşmeyi içeride ekonomik refaha çevirme arzusunda. Yeni bir İran karşıtı bloklaşmadan çekiniyor. Ankara, normalleşme hamleleriyle son beş yılın kazanımlarını tahkim etme niyetinde. Tel Aviv, son on yılın getirilerini kaybetmek istemiyor ve İran'ın daha güçlenmesi ihtimalinden tedirgin. Bölgede esen normalleşme rüzgârından hızlı bir bölgesel işbirliği beklemeyelim. Çatışan menfaatlerin rekabeti de bölge dışı aktörlerin müdahalesi de devam eder. Bu denklem daha çok su kaldırır.