Suriye'de on yıldır devam eden iç savaş insanlığın iflasının sembolü. Yüz binlerce Suriyelinin hayatını kaybettiği, yaklaşık 7 milyonunun da ülke dışına çıkmak zorunda kaldığı bir trajedi tüm dünyanın gözü önünde hâlâ sürüyor. Mart 2011'de başlayan protestoları halkını öldürerek karşılayan Esed rejimi hâlâ ayakta. BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar, ABD ve AB gibi "değer" propagandası yapan güçler kanlı iç savaşın onuncu yılından "on acı ders" çıkarmakla meşguller. Bu gidişle bir on yıl daha çıkaracakları derslerin sayısını artırmakla yetinecekler. Suriyeliler için elinden gelenin fazlasını yapan ülke şüphesiz Türkiye. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bloomberg'e yazdığı makale ile "demokrasi, özgürlük ve insan haklarının yeniden moda olduğu" günlerde Batı'yı Türkiye'nin Suriye'de iç savaşı bitirme çabasına yardıma çağırdı. Türkiye'nin milyonlarca mülteciyi ağırladığını, DEAŞ başta olmak üzere terör gruplarına karşı muharip güçlerini kullanan ilk ülke olduğunu ve terörden temizlenen yerlerde yerel unsurlarla birlikte güvenli bölgeler kurduğunu hatırlattı.
Biden'a 'insan hakları' hatırlatması
Bu çağrı, "Madem çözüm için seferber olmuyorsunuz, bari seyirci kalmayın ve Türkiye'nin yükünü paylaşın" uyarısı. Suriye'de Batı'nın "moral üstünlük" iddiası Obama yönetiminin kırmızı çizgilerin aşılmasına müsaade ettiğinde zaten çökmüştü. Washington, Esed rejimi kimyasal silah kullandığında Moskova'nın bu silahları toplama sözü ile yetinmeyi tercih ederek sözde "liberal dünya düzenini" kendi elleriyle yıktı. Bu taraklarda bezi olmayan Trump, Suriye'den çekilmekten ötesini düşünmedi. Şimdi Demokrat Biden yönetimi için Suriye, "demokrasi ve insan hakları" söyleminin test edileceği bir alan. Erdoğan'ın yeni yönetime mesajı çok net: "Biden yönetimi, kampanya döneminde verdiği sözleri tutarak, Suriye'deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi müdafaa etmek için bizimle birlikte çalışmalıdır." Biden yönetimi, insani yardım konusuna bir miktar eğilerek ve terör örgütü PKK'nın kolu YPG'yi biraz daha şımartarak Suriye dosyasını geçiştirirse Obama'ın sefaletini tekrar edecek demektir.
AB de çağrının muhatabı
Erdoğan, Batı'ya çağrısını bu ayın sonundaki AB liderler zirvesi öncesine denk getirdi. AB, Suriye iç savaşının sorunlarından (göç ve terör sorunları) kaçamadığı halde kaçak oynayanların liste başında. Türkiye'nin "insani Suriye politikası" olmasa bugün AB başkentlerinin neredeyse tamamında aşırı sağ partiler iktidarda olurdu. Bunun kıymetini yeteri ölçüde biliyorlar mı, elbette hayır. Bakın, Avrupa Parlamentosu birkaç gün önce kabul ettiği tasarıyla Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki varlığını "işgal' olarak tanımlama ve Ankara'ya "askerlerini çekme" çağrısı yaptı. Bu aymazlık inanılır gibi değil. Ankara, "işgal edilmiş" denilen bölgelerdeki milyonlarca Suriyelinin AB başkentlerine doğru hareketlenmesinin en önemli garantisi. AB liderleri martın sonundaki zirvede mutlaka "Avrupa'nın çıkarlarını" düşünen bir performans göstermeli. Vize serbestliği, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve belki de üyelik sürecinde bazı başlıkların açılmasına odaklanmalılar.
Güvenli bölgelerin önemi
Batılı liderler, Suriye'nin kuzeyindeki güvenli bölgelere yapılan YPG saldırılarına da atılan Rus füzelerine de karşı çıkmalılar. Terörizm Analiz Platformu (TAP) verilerine göre; YPG güvenli bölgelere toplamda 224 saldırı gerçekleştirdi. Bunlardan 64'ü bombalı araç saldırısı, 64'ü EYP saldırısı, 51'i silahlı saldırı, 19'u havanlı saldırı ve 9'u roket saldırısı. Ankara'nın kontrolündeki güvenli bölgelerde ve İdlib'de 4-5 milyon Suriyeli yaşıyor. Türkiye içerisindeki 4 milyon sığınmacıyı buna eklediğinizde Suriye nüfusunun yarısı Türk güvenlik ve barınma şemsiyesi altında. Bu gerçeklik bile ABD ve AB'nin, güvenli bölgelerin imarına destek vermesi gerektiğini gösteriyor. Suriye denkleminde Ankara'nın daha etkili hale gelmesi Batı başkentlerinin lehine. Eninde sonunda ortadan kalkacak olan YPG ile Suriye'deki çıkarlarını koruyamazlar.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz