ABD seçimlerinde oy sayımları bu satırlar yazıldığında tamamlanmamıştı.
Biden'ın kazanma ihtimali giderek güçlenirken iki adayın iddiaları ortalama seçim polemiklerinin çok ötesine geçti.
Artık 2020 seçimleri ABD demokrasisinin "krizinin derinleştiği" tarihi bir dönem olarak hatırlanacak.
Elbette bu kriz sadece Trump'ın istisnai başkanlığı veya Trumpizmin aldığı yüksek oyla ilgili değil.
***
Bütün dünya gördü ki Amerikan toplumunun kutuplaşması bir yana, geleneksel seçim sistemini bile dağınıklıktan kurtarmak için ciddi bir reforma ihtiyaç var. Mevcut başkanın "dürüst seçim istemesi," "yasal olmayan ve geç gelen oyların sayımı" ile Demokratlar'ın "seçimi çaldıklarını" iddia etmesi hayli sıra dışı. Seçime "büyük şirketlerin, teknoloji şirketlerinin ve büyük medya kuruluşlarının" müdahale ettiğini söylemesi de krizin derinliğini gösteriyor.
Demokrat B. Sanders'in Trump'ın iddialarını "demagogların demokrasiye inancı yok etme ve otoriterliğe yönelme yolu" olarak nitelemesi ve Biden'ın "hiç kimse demokrasimizi elimizden alamayacak" açıklaması
Amerikan siyasetinin hiç de kolay bitmeyecek bir demokrasi tartışmasına sürüklendiğini gösteriyor. Mesele "çılgın bir başkanın demokrasiye verdiği zarardan" çok fazlası.
Geçiş döneminin ne denli zorlu olacağı ise hem Trump hem de Biden kampanyacılarının davalar için bağış toplamaya başlamasından anlaşılıyor. Taraflar seçim sonuçları için "haftalarca sürecek" bir mücadeleye hazırlanıyor.
***
Foreign Affairs'teki makalesinde Larry Diamond, Biden'ın kazanmasının dahi ABD demokrasisini "iyileştirmeyeceğini" öne sürüyor. Günahın büyüğünü Trump'a yazsa da Diamond, partizanlığa ve ırka dayalı kutuplaşmanın
Obama'nın ikinci döneminden itibaren Amerikan siyasetinde yarattığı krizin farkında.
Trump'ın az farkla kaybedecek bir performansı hem de Kovid-19 salgınına rağmen göstermesi ABD demokrasisi üzerine tartışmayı daha da büyütecek.
Geçiş döneminin zorlu geçmesi ise Amerikalıların kendi demokrasi tartışmasını raydan çıkaracak tehlikelere açık.
***
Trump'tan duyulan rahatsızlıkla Demokratlar arasında "radikal bir reform" beklentisi içerisinde olanlar mevcut.
ABD'nin küresel rolünü "insan hakları ve demokrasi promosyonu" adına misyoner bir tarzda yeniden kurgulamasını istiyorlar. Geçiş döneminin sorunları yüzünden Biden yönetiminin bu tür bir politikaya yönelmesi içerideki demokrasi tartışmasının dışarıya, dünyaya ihraç edilmesi demek. Trump'a oy veren Amerikalıları küçümseyen bu yaklaşım, ki buna liberal kibir diyorum, "popülist liderlerin düşüşünü tüm dünyada dalgaya çevirmek gerekli" argümanı ile köpürtülebilir.
Trump dönemi "geçici bir anomali" olarak kodlanabilir ve ABD'nin "hür-demokratik dünyaya liderlik" söylemi yeniden canlandırılabilir.
ABD'nin böyle bir kampanyayı taşıyamayacağı görüşündeyim.
Trumpizmin mevcut gücü, misyoner demokratlığa geçit vermiyor. Dünyanın da bu tür misyonerliklere karnı tok. ABD'nin propagandasını yaptığı değerleri umursamadığını, aslında güce ve kendi milli çıkarlarına odaklandığını sadece Trump dünyaya göstermedi.
Washington'ın makyajı Obama döneminde döküldü. Başkanlığının ilk yıllarındaki "demokrasi" söylemi, Arap isyanları sırasında otoriter rejimlere verdiği destekle buharlaştı.
Batı ülkelerinin sadece kendilerine layık gördükleri demokrasiyi içeride korumaktan bile aciz olduklarını görmek için Avrupa'daki yükselen İslam karşıtlığına bakmak yeterli. Hz. Muhammed'e hakaret eden karikatürlere sahip çıkan Fransa, en son 10 yaşlarında dört Türk çocuğu sorgulayarak "demokrasiyi" kendi ülkesindeki Müslümanlara da layık görmediğini ispatlıyor.