AB yetkilileri diyalogdan bahsederken Atina, Doğu Akdeniz'deki gerilimi tırmandırıyor. Tatbikatlar yetmezmiş gibi, Yunanistan, Meis Adası'na asker gönderiyor, Mısır'dan sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile de münhasır ekonomik bölge anlaşması yapmaya hazırlanıyor. Hatta Ege'de karasularını 12 mile çıkarmayı konuşarak gerilimi büyütüyor. Hepsi de Yunan yayılmacılığının adımları olan bu hamleler yüzünden "savaş sebebi" ifadesini sık duyar hale geldik. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, "12 milin" anlamını Meclisimizin 1995'teki kararına atıfla Atina'ya hatırlattı. Bence Atina, taşıyamayacağı ve taşımasına kimsenin yardım edemeyeceği bir "uçurum kenarı stratejisi" yürütüyor
Fransa'yı ve AB'yi arkasına aldığını düşünen Yunanistan, Ege ve Doğu Akdeniz'deki gerilimleri birleştirerek Türkiye'yi sıkıştırma çabasında. Anlaşılan Yunan siyasetçiler, Fransız Cumhurbaşkanı Macron'un "Türkiye'ye eylemle kırmızı çizgileri gösterme" provokasyonuna düşmüş durumda. Bu yaklaşımla Türkiye ve Yunanistan arasındaki çözülmemiş klasik sorunları (adaların silahlandırılması, karasularının 12 mile çıkarılma girişimi, Batı Trakya ve Kıbrıs) tetiklemekle kalmıyorlar. Lozan ve Paris Barış Anlaşmalarının kurduğu statükoyu tehlikeye atıyorlar. Macron'un provokasyonu Alman Şansölyesi Merkel'in Türkiye ve Yunanistan'ı ikili görüşmelere başlatma hedefini sabote ediyor. Eylül sonundaki AB liderler toplantısında meselenin rengi netleşir.
AB yetkilileri bir yandan 'diyalog' diyorlar. Öbür yandan yaptırım sopasını gösteriyorlar. Halbuki Ankara başından itibaren Doğu Akdeniz'de diplomasi ile hakkaniyetli paylaşım tezini dile getiriyor. Bunu tanımayıp sürekli tek taraflı hamlelerle Türkiye'yi Antalya Körfezi'ne sıkıştırmaya çalışan Yunanistan ve buna destek veren bazı AB ülkeleri. ABD'nin başkanlık seçimlerine odaklandığı bir dönemde AB, stratejik bir körlükle Türkiye'yi nasıl konumlandıracağını bilemiyor. Çin ve Rusya'nın yanı sıra Avrupa'ya tehdit olan "üçüncü bir imparatorluk" gibi görüyor. Fransa ve Yunanistan'ın bencil politikaları sebebiyle NATO müttefiki Türkiye'yi ötekileştiriyor. Nitekim AB'nin dünya siyasetinde etkisizleşmesini Başkan Erdoğan "dünyada artık kimse AB'yi bir değerler ve ilkeler birliği olarak görmüyor" cümlesiyle özetledi. Ankara'nın AB ile müzakere sürecini kilitleyen Atina, bu defa AB ve Türkiye arasındaki gerilimden kazanmayı hedefliyor. Ancak AB ve Türkiye'nin yollarının ayrılması Yunanistan'ı cephe ülkesi durumuna düşürür. Turizmden başlayarak ekonomisi ciddi zarar görür. Fransa'dan alacağı silahlar güvenliğini temin edemez.
AB'den gelen Yunanistan'a hak veren açıklamalar ya da yaptırım tartışmaları da Atina'yı boş yere heveslendirmesin. "Yaptırım" tehditleri Türkiye'nin Yunan oldu bittilerini kabul etmesini sağlayamaz. Bugünün Türkiye'si, 1974 Kıbrıs müdahalesinde ABD ambargosunu umursamayan Türkiye'den çok daha güçlü ve kararlı. Türkiye kamuoyu Yunan yayılmacılığına giderek daha hassas hale geliyor. "Terörle mücadele" ve "Ege-Doğu Akdeniz bölgesindeki milli çıkarları koruma" refleksleri birleşerek yeni bir milli bilinçlenme üretiyor. Oktay ve Çavuşoğlu'nun uyarılarının yanı sıra MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin "12 adanın statüsünü" sorgulaması bu gidişatı gösteriyor. Burnunun ucundaki adaların Yunanistan tarafından silahlandırılması, Ege'nin Yunan denizine çevrilmesi ya da Doğu Akdeniz'den dışlanmak Türk milli kimliği açısından kabul edilemezdir. CHP ve İP tabanı dahil muhalefet partilerinin bu yeni bilince karşı durması söz konusu olamaz. Türkiye, 1990lardaki gibi pasif bir tepki vermiyor. Malazgirt ve 30 Ağustos zaferlerinin hissiyatıyla davranan aktif bir savunma hamlesi içinde. Dün İngiltere'nin teşvikiyle bozgun yaşayan Yunanistan, bugün Fransa'nın provokasyonuna gelmemeli. Atina'nın kışkırtıcılıktan vazgeçerek Ankara ile komşuluk hukukunu hatırlaması uzun vadede lehinedir.