Ayasofya'nın yeniden camiye çevrilmesi Batı medyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerine yazılarda ciddi bir artışa sebep oldu.
Neredeyse tamamı suçlayıcı ve niyet okuyan yorumlarla dolu.
Son bir örneği de Fransız haftalık dergisi Le Point'in kapağı.
Kapakta Erdoğan'ın TCG Kınalıada'nın, hizmete giriş töreninden bir kareye yer verilmiş.
Üstte de şu ifadeler kullanılmış: "Ayasofya, Suriye, Libya, Akdeniz... Erdoğan, savaş kapımızda."
Le Point editörleri bu başlıkla Türkiye'nin Libya inisiyatifinden çılgına dönen Cumhurbaşkanı Macron'un hislerine tercüman olmuşlar. "Savaş kapımızda" derken de Fransa'nın Kuzey Afrka ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarının risk altında olduğuna işaret etmişler.
Dahası, 2019'daki kapakları gibi Erdoğan'ı "yıkıcı, savaşçı ve emperyal" gösterme derdindeler.
Seçilen dört konu (Ayasofya, Suriye, Libya ve Akdeniz) ise hiç de tesadüfi değil.
15 Temmuz 2016 darbesini bastırdıktan Türkiye'nin yürüttüğü yeni dış politika hamlelerinin uygulama alanları ve en son da Ayasofya meselesi. Hepsi de Türkiye'nin son dört yılda uluslararası sistemdeki etkin aktörlük ve bağımsızlık iddiasının tezahürleri. 2009 Davos'taki "one minute" çıkışından itibaren Batı medyası Erdoğan'ı "İslamcı," "Yeni Osmanlıcı," "otoriter" ve "sultan" olarak resmediyor. 2013'ten sonra yoğunlaşan bu etiketleme 2016 sonrası yeni bir boyut kazandı.
Erdoğan'ın hem söylem hem de yeni inisiyatifleriyle uluslararası sistemde etkin bir lider olarak öne çıkmasını "imparatorluk özlemi" olarak niteliyorlar. Bunu kimi zaman "laik-demokratik-Batılı" Türkiye'nin "İslamcı-otoriter-Doğulu" ülkeye dönüşmesi olarak sunuyorlar.
Kimi zamanda içeride ideolojik bir kutuplaşmayı tahrik için "Cumhuriyet ve Atatürk'ten rövanş" olarak tanımlıyorlar.
Bütün bu etiketlemeler Türkiye'nin yeni aktörlüğünü mahkûm etme amacına matuf.
Zira Avrupa başkentleri birçok konuda Ankara'nın ne dediğini ve ne yaptığını gözetlemek zorunda.
AB ülkeleri yeni Ankara karşısında şaşkın. Ne üyelik müzakerelerini bitirmek ne yaptırım tehditleri ne de daha fazla para vermek bir çözüm olarak görülmüyor.
AB'deki Türkiye karşıtı çevreler sadece Yunanistan'ın takıntısı sandığımız bir "Osmanlı korkusu" pompalıyor ve Ankara'yı cezalandırmaktan bahsediyorlar.
Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borell gibi realiteden kopmayanlar "Haçlı seferi zamanı değil" diyerek ortak stratejik çıkarlara işaret ediyor. Avrupa'nın içi giderek boşalan müttefikliği yeniden tanımlayarak Türkiye ile birlikte çalışabileceği dosya başlıkları saymakla bitmiyor: mülteciler, terörle mücadele, enerji, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, NATO, Rusya vb.
18 yıllık AK Parti iktidarının ve dört yıllık Cumhur ittifakının siyasetini "impatorluk özlemi" olarak nitelemek doğru değil. İmparatorluklar çağı çoktan geçti. Günümüzde "güçlü milli devletlerin" öne çıktığı bir dünyada yaşıyoruz. Küresel ve bölgesel türbülansın Türkiye'yi yeni askeri aktivizme zorladığı açık. Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya denklemlerine askeri olarak müdahil olan ülkelerin en sonuncusu Türkiye. Hiçbirinde de "yayılmacı, emperyal" saik bulunmuyor. Milli güvenlik çıkarlarını pro-aktif şekilde koruma niyeti var.
Askeri dayatmalarla diplomasiyi iptal edenlere karşı müzakere için sert gücünü öne çıkarıyor.
Peki o halde, Türkiye'nin yeni aktivizminin sebebi ne?
ABD'nin çekilişiyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da oluşan güç boşluğu.
Batılı müttefiklerinin Türkiye'yi Suriye'de Rusya ile çalışmak zorunda bırakması. Washington'un PKKYPG'yi silahlandırması ve AB'nin Yunanistan ve Fransa'nın maksimalist emellerine esir düşmesi.
Bölgemizdeki güç boşluğunu doldurmak için aktivizme yönelen aktörler dikkatten kaçmıyor.
İran'ın kırk yıllık yayılmacı, ideolojik politikası bir yana son dönemde Rusya öne çıkıyor. Kremlin, Suriye'den sonra Libya'ya ayak basarak Kuzey Afrika'yı domine etmeye hazırlanıyor.
Hatta Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırması ile Suriye-Doğu Akdeniz-Libya hattına yeni bir halka ekliyor.
BAE'nin, Yemen'den Libya, Tunus, Fas, Moritanya ve Somali'ye uzanan istikrarsızlaştırıcı operasyonları İsrail'in kapsamlı Ortadoğu politikasının taşeron hamleleri.
"Güçlü milli devlet" uzun süre bölgemizin realitesi olmaya aday.