Koronavirüs salgını ile uzun süreli bir kriz dönemine girdik.
Bütün toplumlar ancak dünya savaşları ile kıyaslanabilecek bir krizle yaşamayı öğrenmek zorunda.
Salgının kendisinin kontrol altına alınması için bile tarih verilemiyor. İyimser tahmin haziran sonu bu virüsün yayılmasının önüne geçilebileceği yönünde. Kötümser senar- yo ise 2020'nin sonunu işaret ediyor. Dahası, virüsün yeni dalgalarla gelip gelmeyeceği de belli değil. Krizin ilk aşamasındayız ve hayatımızın eskisi gibi olmayacağını düşünüyoruz.
Kendimizi eve kapatabilmek ve izole olabilmek için yoğun bir psikolojik dönüşüm geçiriyoruz.
Birkaç hafta için bile sokakları, meydanları terk etmenin ne kadar zor olduğunu yasağa rağmen hafta sonu evlerinde duramayan yaşlılarımız gösteriyor.
Salgın sonrası da kriz
Bu uzun sürecek krizin yönetilmesi için ikinci aşamayı, salgın sonrası dünyayı da öngörmek zorundayız.
İşte bu sebeple bir yanda tüm dünyada sağlık sektörü virüse karşı seferber oldu.
Diğer yanda ise her alanda akademisyenler, uzmanlar ve gazeteciler koronavirüs sonrasında nasıl bir dünyanın geleceğine dair öngörülerde bulunmaya çalışıyor.
Düşünce kuruluşları ülkelerinin bu krizi yönetmesi, risklerden korunması ve yeni fırsatları değerlendirebilmesi için hummalı faaliyet içerisinde. Evet, "kendine yeterliliğin asıl olduğu" ve "dayananın ayakta kalacağı" algısı giderek güçleniyor. Sanal alemin "güvenliğine" çekiliyoruz. Devletlerin kapasitesini tahkim etmeyi tüm dünya başkentleri bir çözüm olarak görüyor.
Ancak krizin ileri aşamalarında salgının toplumsal yaşamdan ekonomiye, tekil devletlere ve uluslararası sisteme uzanan etkilerinin ne olacağı henüz muğlak. En net olan şey ise salgın sonrasının da kriz olacağı.
Yani, salgın kontrol altına alındığında krizin yeni bir aşamasına geçeceğiz.
Her şeyi, krizin ilk aşamasındaki performansımız dahil, her şeyi yeni baştan ele alacağız. Birey olarak önceliklerimizi gözden geçireceğiz.
Kurumlarımızı, değerlerimizi ve imkanlarımızı muhasebe edeceğiz. Uluslararası sistemin sadece Suriyeli mültecilerle ilgili vurdumduymazlığı ile bile iflas ettiğini görebiliyorduk.
Yine, 2008 ekonomik krizinden sonra liberal dünya düzeninin dağılma emarelerini seçebiliyorduk. Şimdi ABD'nin liderliği ve AB'nin dayanışmacı birliği daha hızlı çöküyor zihinlerimizde. Çin'in virüsle mücadeledeki "beklenmedik başarısını" şüphe ile karşılıyoruz. Daha köklü bir değişim hissi var içimizde.
Yeni normal ne olur?
Normalin tarifinin değişeceğinde ve radikal bir değişimin geldiğinde neredeyse hepimiz aynı görüşteyiz.
Zira bir virüsün insanlığın yüzyıllarca birikim yaptığı moderniteye duyulan güveni nasıl alaşağı ettiğini tecrübe ediyoruz.
Bu hız gerçekten nefes kesici.
Başkan Trump'ın "ABD'nin bencil çıkarlarını öne alırım, küresel sorumluluk tanımam" diyen kibrinin yarattığı belirsizlikler bile yeterli endişe doğuruyordu. Şimdi Trump, Johnson, Merkel dahil, dünya liderlerinin hiçbirisi konuşmalarındaki "yönetememe, kontrol edememe" hissiyatını örtemiyor.
Bildikleri "normal" ellerinden kayıp gitmiş durumda. Sadece salgınla ilgili değil sonrası için de endişeliler.
Bu örtülemeyen endişeler mevcut dünya düzeninin korona sonrasında ayakta kalamayacağını söyleyen çok sayıda yazının kaleme alınmasının temel sebebi aslında. "Yeni normal ne olur?" sorusunun cevabını bulmak zor.
"Başının çaresine bakma" aşamasından sonra "iş birliği ve dayanışmanın" öneminin yeniden keşfedileceği bir dünya görmeyi umut edenlerdenim.
Ancak krizin ikinci aşamasında da, yani salgın sonrasında da, dünyada keskin güç mücadeleleri olabilmesi ihtimaline hazır olmak zorundayız. "Yeni bir düzen" kurmada öne geçecek aktörler arasında yer almalıyız. Son yıllarda sıklıkla krizlerle boğuşan bir ülke olarak adapte olma ve hızlı karar verebilme imkanına sahibiz.
İç dayanışmamızı korudukça krizin her iki aşamasından da güçlenerek çıkabiliriz.