Siyasetin polemikleri bütün ihtişamıyla geri döndü. Muhalefet, "EYT, Tank-Palet, şehir hastaneleri, erken seçim, kayyum atamaları ve Külliye'ye giden CHP'li" iddiası gibi konulara odaklandı. 2020 başında Kurultaya giden Kılıçdaroğlu, Külliye'nin aday çıkararak CHP'yi parçalamaya çalıştığı iddiasında bulundu.
HDP kendi konuştuğu sinei millete dönme konusunu terk edip erken seçim çağrısı yaptı. İP ise, 5-6 bakanlık, parlamenter sisteme dönme ve 2020'de erken seçime gitme karşılığında iktidara destek verebileceklerini söylüyor.
Muhalefet cenahındaki bu toplu hareketlenmenin hedefi Barış Pınarı Harekatı'nın iktidar lehine yarattığı olumlu havayı bir an önce dağıtmak. Bu havaya dayanarak geliştirilecek politikaların önünü almak. Türbülanstan çıkan ekonominin dar gelirlilere olumlu yansımaları gerçekleşmeden iktidarı baskı altına alarak seçime zorlamak. Yani, muhalefet siyasetin gündemini ele geçirme hamlesi içerisinde. Demokratik bir sistemde elbette bu çaba meşrudur. Sorun şu ki, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu seçim zamanından kalma alışkanlıkla polemik, popülizm ve hatta yalanla gündemi domine etmeye çalışıyor.
Kılıçdaroğlu'nun taktikleri
Bunun için de son yılların moda tabiriyle post-truth (gerçek- ötesi) siyaset yaklaşımını kullanıyor. Ya gerçekliği büküyor, ya gerçeğin yanına yalanı katıyor. Ya da doğrudan yalan bir iddia ortaya atıyor. Tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde İmamoğlu'nun yaptığı gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın CHP'ye bir genel başkan seçtirmek için çalıştığı iddiası buna son örnek. Erdoğan dün Kılıçdaroğlu'nun "istismar ve yalan siyasetine" meydan okudu: "Eğer yiğitsen ben cumhurbaşkanlığımı ortaya koyuyorum, acaba sen genel başkanlığını ortaya koyabiliyor musun?"
Kılıçdaroğlu'nun bunu pişkinlikle karşılayacağı kesin. Peki, son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara'yı CHP'nin alması sebebiyle partisindeki konumu rahat olan Kılıçdaroğlu, neden bu taktiğe başvuruyor? İdeolojik bağlanması yüksek CHP delegelerinin dışarıdan müdahaleye kapalı olduğu aşikar değil mi? Bence, Kılıçdaroğlu kendi Kurultay hareketliliğini Erdoğan'a bağlayarak parti içerisinde istediği atamaları rahatlıkla yapma derdinde.
2010'dan bu yana yaşadığı tüm seçim yenilgilerine rağmen partisinin başında kalmayı başaran Kılıçdaroğlu, partisini tümüyle dikensiz gül bahçesine çevirme niyetinde. Kılıçdaroğlu, partisindeki gücünü pekiştiriyor ancak siyasetin gündemini de polemiklerle dolduruyor. EYT ve Suriyeli sığınmacılar gibi kritik konularda popülizmin aşırısına savrulmaktan çekinmiyor.
Nafile erken seçim baskısı
Muhalefetin polemikleri Türkiye'yi erken seçime götüremez. Cumhur İttifakı, ülkenin geçtiği kritik dönemin farkında. Türkiye, Suriye'de YPG ile mücadelede önemli bir kavşağı geçti ancak hâlâ tehlike bitmedi. Rusya ve ABD ile yapılan mutabakatların takibi, ABD'nin petrol gelirlerini YPG'ye verme niyeti ve S-400 meselesinin gerilimi içeride konsolidasyonun devamını gerektiriyor. Bu konular seçim türbülansını kaldırmaz. Şuna da dikkat edilmeli: 2020'nin ilk aylarında yeni oluşumlar partileşirken, S-400 konusu etrafında ABD Kongresi Türkiye aleyhinde yeniden hareketlenebilir. Bunu fırsat bilen CHP de gerçek-ötesi taktiklerle erken seçim yaygarasını artırabilir. İktidarın önünde üç buçuk yıl var.
AK Parti, hiçbir patırtıya gürültüye bakmadan, siyaset üretme üstünlüğünü sürdürebilir. Somut politikalar üreterek ve sonuçlarını da alarak ülkeyi 2023 seçimlerine taşıyabilir.